Arama Sonuçları
Boş arama ile 33 sonuç bulundu
- İSLAM DÜNYASINDA NUMEROLOJİ VE İLM-İ ADAD
Arkadaşlar kâinatın matematiği dediğimiz sayılardan kâinatın başrol oyuncusu olan Ademoğlu'nun yaşam yolculuğunu okuyabildiğimiz bir bilim dalıdır numeroloji. İslam dünyasında numerolojiye "ilm-i âdâd" (sayıların ilmi) denirdi. Bu alan matematik, astronomi, astroloji, tıp ve hatta tasavvuf gibi birçok ilmi de içine alırdı. Bu alanda çalışmalar yapan birçok önemli alim olmuştur. Örneğin, Câbir bin Hayyân simya alanındaki çalışmalarıyla bilinir ve harflerin sayısal değerleri üzerine araştırmalar yapmıştır. Maddelerin özünü (gizemli özelliklerini) ve birbirleriyle olan etkileşimlerini anlamak için sayısal ve harfsel sembolleri kullanmıştır. İbn Sina da eserlerinde sayıların sembolik anlamlarına değinmiştir. 10. yy İslam dünyasında var olan İhvan-ı Safa ise sayıların evrenin düzenindeki rolünü inceleyen bir topluluktur. Bu topluluk yeni pisagorcu felsefeden etkilenerek evrenin matematiksel bir düzen içinde yaratıldığını savunuyorlardı. (Evrensel uyum yasaları, harflerin sırları-ebced tekâmül gibi kavramları içine alırdı düşünce sistemleri) Kendinden sonra gelen birçok alim ve bilim adamını etkisi altına almıştır. Bunlar İbni Tufeyli, Biruni, İbni Arabi, Gazali gibi birçok isimlerdir. Bu açıdan kendi dinimize ve tarihimize baktığımız zaman bu alimlerden İbn Arabi’nin yaklaşık 21 eseri vardır ve onun kaynaklarında özellikle astrolojiyi (astronomi), yıldız hareketleri, harfleri, rakamlar gibi bu tür bilgileri kullandığı ve kitaplarında da bunlara çok fazla yer verdiği görülmektedir. İbni sinaya baktığımızda da yine kitabüsşifa adlı eseri başta olmak üzere birçok eserinde, İhvan-ı Safa’ya baktığımızda Risale-i İhvanı Safa adlı eserlerinde, İbrahim hakkı hz lerinin Marifetnâme'sinde çok fazla bu tür bilgilere rastlamak mümkündür. Mesela; İbrahim hakkı hz leri de Marifetnâme'de sayıların ve ölçülebilirliğin kâinatın ve insanın yaratılışındaki mükemmel düzeni anlamak için bilimsel bilgileri kullanmanın önemini, vurgular. Hatta astronomi konularını işlerken güneş, ay ve dünyanın hareketleri, dünyanın küre biçiminde olması gibi konularda matematiksel hesaplamalara ve ölçümlere dayalı bilgiler sunar. İbn-i Arabi Hazretleri ise bu konulardaki en kapsamlı görüşe ve derin bilgiye sahiptir. İbn-i Arabi'ye göre sayılar, alemin kozmik dilidir ve evrendeki varlıkların sırrı, bu dilin çözülmesiyle anlaşılabilir. Sayılar, Yaratıcı ile yaratılmış alem arasında bir aracıdır. Özellikle 1 sayısına büyük önem verir; 1, Allah'ın birliğinin sembolüdür ve diğer tüm sayıların kaynağıdır. “Sayılar, varoluşun ilahi sırlarını anlamak için önemli bir araçtır” der. Yine İbn-i Arabi “harfler de bir âlemdir ve bir ümmettir (topluluktur) der. Harfler, ilahi isimlerin tecellileridir ve varlığın yapı taşları genetik kodlarıdır. Yani farklı harflerin kombinasyon şeklinde bir araya gelmesiyle sonsuz çeşitlilikte varlık bir araya gelir. Örneğin “Kün” kelimesi Allah’ın emriyle birçok şeyin tezahürünü gerçekleştirir. Her harfin kendine özgü bir anlamı ve sembolizmi vardır. Her harfin kendine özgü bir enerjisi ve titreşimi vardır ve bu titreşimler bir araya gelerek belirli varlık formlarını, özellikleri veya olayları oluşturur. Harflerin ilmi, varlığı anlamak ve yorumlamak için önemli bir araçtır.” Der. Hatta İbn Arabi, harflerin sırlarının anlatmakla tükenmeyeceğini ifade etmiştir. Günümüzde numeroloji olarak önümüze çıksa da aslında bu ilimlerin kaynağı tarihte karşımıza ilm-i adad olarak çıkmaktadır. Evet bu alim zatlar bu ilimlerle ilgilenmiş hatta bunlar üzerine çok kafa yormuşlar deneyler araştırmalar yapmışlar lakin hiçbiri yine de bu hesaplamaların sonucunun mutlak bir kaderi ifade etmediğini bilmişlerdir. Evet gezegenlerin sayıların yani matematiksel değerlerin harflerin hatta isimlerin hepsinin bizim üzerimizde etkisi vardır ama bu etkiler mutlak değildir. Şimdi bu durumu şu örnekle açıklamak isterim; Mutfağa girdiniz ve masada 10 tane tabak görürseniz ne dersiniz? Sanırım az sonra misafir gelecek yemekte 10 kişi olacağız. Şimdi bunu söylemek sizi kahin yapmaz ya da gaybi bilgi vermiş olmazsınız. Bununla beraber 10 tabak olması az sonra kesin ve mutlak bir şekilde misafir geleceğini göstermeyebilir. Yani sonuç kesin ve mutlak değildir. Bunun gibi astrolojik bilgilerden numeroloji ya da ebced ilminden faydalanarak edindiğimiz bilgiler bizim için mutlak kader hükmünde değildir. Yani bu ilimlerden edindiğimiz bilgiler bize olasılıkları verir ancak netice yalnızca Allah’ın elindedir. Kul çaba gösterir çalışır çabalar kaderindeki bazı şeyleri değiştirir bu da mümkündür. Biz buna muallak kader deriz. "İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır" (Necm Suresi, 39. ayet) buyrulması bu duruma. Bizim numeroloji eğitimden amacımız bu bilinçle hayatımızda yaşadıklarımızın olma olasılıklarına karşı kendimizi bilinçlendirmek ve bu konular da aktif şekilde harekete geçerek cüzi irademiz ve muallak kaderimizi Allah’ın istediği ölçüde ve doğrultuda şekillendirmektir. Birde size şu bilgiyi de vermek istiyorum. Şimdi piyasa da falanca zatın kitabı filanca alimin kitabı denilen bir çok kitap aslında orjinal metinleri içermediği ispatlanmış bir bilgidir. Bu kitapların içindeki bazı metinler ya gizlenmiş ya da değiştirilerek çeviri ya da sadeleştirme adı altında tekrar yazılmıştır. Bu konuda çok dikkat etmenizi rica ediyorum. Çok fazla detayına girmeyeceğim ancak kitleleri peşinden sürükleyen ve bu kişi asla küresel negatif sisteme çalışmaz dediğimiz bazı ünlüler, ünlülerin kitapları, videoları, eğitimleri aslında o sisteme ya bilerek ya da bilmeyerek hizmet edebiliyor. O nedenle bizim burada kendimizi korumamız çok önemli. Bu ilim için konuşacaksak Diyelim ki bu ilmi aldık ya da astroloji ebced ya da başka bir ilim. Eğer bu ilimleri yaşarken Allah’ın rızasından milim çıkıyorsak o ilmin içinde şeytani bir şey bir taraf vardır. Aman dikkat! Yani bu durumda bu ilme uymakla ya şeytana ya nefsimize hizmet ederiz Allah korusun. Mesela şimdi sayıları hesaplamayı öğrendik diye hayatımızı sadece bu sayılar üzerinden yaşamaya kalkarsak işin ucu başka yerlere gider. Ne demek bu mesela bazıları evleneceği günü seyahate çıkacağı günü hatta doğuracağı günü bile sayılara bağlıyor. Yani her şeyi hesaplayarak yapıyor. Ama burada rızai ilahiden sapılırsa Allah “sen kimsin ki kaderini noktadan virgüle tayin etmeye çalışıyorsun. Her şeyin ipi benim elimde. Ama sen acizliğini aştın kendinde bir tanrı yarattın” der de Allah korusun her şeyi tüm hesaplamalarımıza rağmen tepetaklak eder. Daha önce mutlaka sizde yaşamışsınızdır neyi çok ince eler sık dokursan tam tersi olur elinde kalır insanın. Yani özetle şunu demek istiyorum arkadaşlar bu ilimlerin hiçbiri bizden imanımızı, aciz olduğumuz bilincini ve tevekkülü elimizden kalbimizden almasın. Şeytanı şeytan yapan neydi arkadaşlar? İlmi! Ve ilmiyle kibre girmesidir. O nedenle bizim şeytandan farkımız bu ilmi nerede ve nasıl kullanacağımızla beraber her şeyi biz tayin edebiliyormuşuz gibi bir kibre kapılmadan bilgiyi gerektiği zaman kullanarak Allah’ın bize çizdiği tekâmül yolunda sapaklara girerken Hak istikamette kalarak bu tekâmül yolculuğumuzu en güzel haliyle tamamlamak ve Hakk’a varmaktır.
- EBED EĞİTİMİ ALANLAR İÇİN SORU CEVAP
SORU: İki ismi olanlar nasıl hesaplama yapmalılar, hangi esmayı çekmeliler? CEVAP: İki ismi tek bir isim gibi hesaplayabilir. Ya da isterse tek tek hesaplayabilir ve esmaları çekebilir. Zeynep Nur = 325’e uygun olarak bulduğu esmayı çekebilir. Ya da (69) Zeynep'in esması veya (256) Nur’un esmasını hesaplayıp ayrı ayrı çekebilir. SORU: 2 ismim var ve ikisini birleşik halde bulamıyorum ne yapmam lazım? CEVAP: 2 ismi olanlar eğer ikisini birden birleşik bulamıyorlarsa ayrı ayrı bulup kendileri birleştirebilirler. Örneğin: Çiğdemnur ismine sahip biri önce çiğdem isminin ebcedini bulup daha sonra nur isminin ebcedini bulur. Ve ikisinin ebced değerlerini toplayıp yönetici esmasını bulabilir. Çiğdem: 77 Nur: 256 77+256= 333 (336 ebcede sahip Musavvir esmasını çekebilir.) SORU: Kimlikteki ismim Ali ama bana Ahmet diyorlar hangi ismi almalıyım? CEVAP: Hangi isim zikredilip kullanılıyorsa o alınmalı. İkisi de kullanılıyorsa ikisi de alınmalı. SORU: İsim değişikliği yaptım hangisini almalıyım? CEVAP: Yeni ismin üzerinden 3 sene geçti ise yeni isim alınmalı geçmedi aslında eski isim alınmalı. Ama üstünden 2 sene geçti alamaz mıyım? İsterseniz alabilirsiniz. SORU: İsmin Fatma, Ramazan ama herkes Fatoş, Ramo diyor hangisini almalıyım? CEVAP: Fatma, Ramazan alınır. Kısaltma, lakap vs. kullanılamaz. Eğer isim yöresel ağızla değişmiş ise mesela; Hüseyin; Hisin, Mahmut; Mamıt, Mediha; Meda gibi söylense de ismin aslı alınmalı. SORU: Esma olarak Ya Darr «Elem ve zarar verici şeyler yaratan, dilediğine felaket, keder ve şiddet veren, zarara uğratan» gibi celali esmalar çıktı ne yapmalıyım? CEVAP: Bu tür celali esmalar kullanılmaz. Bunların yerine yeni bir esma hesaplanmalıdır. SORU: Bayanların isminde eril harfler baskın ise bunu dengelemek için ne yapmalıyız? CEVAP: Dişil enerjisi baskın bir mahlas, ek isim ya da ebced değeri size uygun esma kullanabilirsiniz. SORU: Erkeklerin isminde dişil harfler baskın ise bunu dengelemek için ne yapmalıyız? CEVAP: Eril enerjisi baskın bir esma kullanabilirsiniz. SORU: Esma ve ayet çalışmaları ne kadar yapılmalı? CEVAP: En az 21 gün yapılmalıdır. Hangi esma çalışılıyorsa o esmanın manasını açığa çıkarmaya çalışmalıyız. Ya Rezzak esmasını çekenlerin bu esmayı açığa çıkarabilmek için çok cömert olmaları gerekir. Ellerinde olanı mutlaka paylaşmalı. Etrafına sürekli kol kanat germeli, ihtiyaç sahiplerine yardım etmeli ve bol bol hayır hasenat yapmalıdır. SORU: Mahlas ya da ek isim alırken nelere dikkat etmeliyiz, neye göre seçmeliyiz? CEVAP: O ismi seçme nedeniniz ne ise ona göre seçim yapmalısınız. Mesela adınız Ayşe ise ve eril baskın ise seçeceğiniz isim dişil baskın harflerden meydana gelmeli. Zulmani harfler baskın ise siz yeni ismi nurani harflerin baskın olduğu isimlerden seçmelisiniz. Siz ateş elementi iseniz ve evladınız su elementi ise aranızdaki ilişkiyi dengelemek için ya siz su elementi yüksek bir isim seçmelisiniz ya da çocuğunuza ateş elementi olan bir isim seçmelisiniz. Dengenin gerçekleşebilmesi için aldığınız yeni isimleri kullanmanız gerekir. İsmi kullanmanız yeterli kulağa okutma zorunluluğu yok. SORU: Arapça Kur’an okumayı ve harfleri biliyorum isimleri kendim yazsam olur mu? İsimleri kendim çevirebilir miyim? CEVAP: Eğer Arapça diline, bu dilin dil kurallarına ve kaidelerine tam bir hakimiyetiniz varsa olabilir. Aksi halde Türkçe ismin birebir harf karşılığını Arapça yazmak ismi doğru çevirmek değildir. Nasıl ki anadilimiz Türkçe ve biz Türkçeyi çok rahat konuşup anlayabiliyoruz ancak dilimizin tüm dil kurallarına tam hakim olamıyoruz aynı bunun gibi. Arapça’da çok zengin ve kuralları çok değişken bir dil olduğu için sadece Arapça bilmek yetmez ayrıca dilin tüm kurallarına da hakim olmak gerekir. Örnek: Ayşe ismini direkt kendimiz çevirirsek عائش diye çevirmemiz gerekir. Ancak Arapça’da kadın / dişi (müennes) isimlerinin sonuna “He ya da kapalı Ta ‘ة’ ” harfi gelir ve عائشه diye yazılır. Eğer bu bilgiye haiz değilsek çevirimiz ve dolayısıyla hesaplamamız yanlış olur. SORU: Harflerin Nurani veya Zulmani oluşu ne anlama geliyor? CEVAP: Bir isimde zulmani harf baskın yani daha çoksa o isim kişiye ağır gelebilir. Eğer nurani harfler baskınsa kişinin ismi her zikredildiğinde Rahmani alandan pozitif bir enerji desteği alır biiznillah. SORU: İsmimin esması Fettah ismi çıktı. Bu esmayı nasıl çekmeliyim? Başına takı koymalı mıyım? Koyarsam hangisini koymalıyım? CEVAP: Ya Fettah, El Fettah, Fettah. Bu 3 şekilde de çekebilirsiniz. SORU: Esmaları çekerken ebced değerine göre mi çekmeliyiz? CEVAP: Açıkçası ben ilk defa esma çekmeye başlayanlar için sayı önermiyorum. Özellikle de yüksek rakamlı esmaları direkt ebced değerinde çekmeyi önermiyorum. Bu, kişilere ağır gelebileceğini düşündüğüm içindir. Sizler düzenli olarak gün atlamadan çekebileceğiniz en küçük rakamla (100 vs.) başlayabilir artık bu zikri vird edindikten sonra kademeli olarak yükseltebilirsiniz naçizane tavsiyem budur ama yine de tercih kişilerin kendilerindedir. SORU: Annemin ismi de çift isim benim ismimde çift isim hangilerini almalıyım? CEVAP: Eğer anneniz isimlerinin ikisini de aktif olarak kullanıyorsa 2 ismi de alacaksınız, aynı şekilde sizde isimlerinizi aktif olarak kullanıyorsanız alacak ve öyle hesaplama yapacaksınız. (Aktif kullanılmayan isimler alınmaz. İster kimlikte olsun ister göbek adı ister kulağa okunan isim. Kullanılmıyorsa alınmaz.) SORU: Yabancı isimleri olanlar nasıl hesaplamalı? Önce isimleri Türkçeye mi çevirmeli? CEVAP: Hayır Türkçe’ ye çevrilmez. Yabancı isim için; Mollacami.ebced / bakalımkimmiş. ebced sitelerinde aradıkları isimleri bulamayanlar google’ a direk “........... isminin arapça yazılışı nedir?” Yazarak Arapçasını bulabilirler. SORU: Şeddeli isimleri olanlar ne yapmalı? CEVAP: Biz şedde kullanmıyoruz yani şeddeli harfleri tek hesaplıyoruz. Örneğin: Zerrin ismi Türkçe 2 “R” ile yazılsa da Arapçasında şedde alınmaz. زرین = Zerrin = 26 SORU: Anne ve çocuk adı toplam ebcedi 1958 çıktı ama bu sayıda esma yok ne yapacağım? CEVAP: 1958 ebced değerine en yakın esma olan 1481 Ya Hafîz esmasını çekebilirsiniz. 1481 sayısından büyük çıkan sayılarda en yakın bu esma olacağı için bu esmayı baz alabilirsiniz. Eğer sayının yüksek çıkmasının nedeni 2 isimli olmanızdan kaynaklanıyorsa, hem bu esmayı çekebilirsiniz hem de 2 isimli olanlar nasıl hesaplama yaparlar? sorusunun cevabındaki gibi kombinasyon yapabilirsiniz. Soruya git! SORU: Ayetler kısa surelerden çıktığında ne yapmalıyız? CEVAP: Eğer yaptığımız hesaplamalar neticesinde kısa surelerden birinin ayeti çıkarsa surenin tamamını okumalıyız. (Fatiha, İhlas, Kevser vs.) SORU: Molla cami ebced sitesinde 2 farklı yazılış var. İsmimi neye göre seçeceğim ve hangisini alacağım? CEVAP: Bu durumda bakalım kimmiş ebced sitesin de adınızı aratın buradaki yazılış ile molla cami ebced sitesinde ki yazılışlardan hangisi birbirine uyuyorsa onu baz alın. Eğer bakalım kimmiş ebced sitesin de isminizi bulamazsanız o zaman Google'dan isminizin Arapça yazılışını bulup karşılaştırma yapın. Ve o ismi baz alın. Bu şekilde de bulamazsanız molla cami ebced sitesindeki her 2 isim yazılışı içinde esma bulup esmalarınızı okuyabilirsiniz. SORU: Hesaplama sonrası bana celali bir esma çıktı ne yapmalıyım? CEVAP: İsminizin ebcedine en yakın cemali başka bir esmayı almalısınız. SORU: Hesaplamalarım neticesinde ismime en yakın esmalar hep celali çıktı bu benim için sorun olur mu? CEVAP: İsminizin ebcedine en yakın esmaların celali olması negatif bir anlam içermez. Belki imtihanlarınız yönünden farklılık olabilir ancak bu illa kötü bir anlama geliyor denemez. Dilerseniz sayfamızdaki celali, cemali, kemali esmalarla ilgili yazılarımızı okuyabilirsiniz. SORU: Bugüne kadar bilmeden celali esmaları çekmişim hep. Bu benim için sorun olur mu? CEVAP: Bilmeden celali esmaları çekmek sizin için sorun oluşturmaz. Kaldı ki Allah'u Teala kullarının kalplerindeki niyetleri bilir. Bununla beraber bu durumu öğrendiğiniz andan itibaren celali esmaları bu ilminin mürşidi kamili başınızda olmadan çekmeyin. Ya da esmalarla ilgili daha derin eğitimler alarak celali esmaların nasıl çekilebileceğine dair bilgi edinin ondan sonra çekmeye devam edin. SORU: İsim esmamı bulabilmek için ebced eğitimi aldım havas eğitimi de almam gerekir mi? CEVAP: Öncelikle sorunun cevabını ne için ebced eğitimi aldığınıza bakarak kendiniz verebilirsiniz. Ebced ilmi havas gibi ledünni ilimlerin giriş kapısı hükmündedir. Ebced hesabı bilmeden havasta ilerleyemezsiniz. Lakin havas ilminde hesaplamadan daha çok muska yazma, vefk yazma, tılsım hazırlama ve bunların okunma zamanları gibi detaylar vardır. Bu ilimler birbirlerini tamamlayan ilimlerdir. Ancak muska, vefk ve tılsım gibi yazımlar yapmayacaksanız havas ilmi almanıza gerek yoktur. SORU: Hesaplama yaparken kız çocuklarında (kadınlarda) anne, erkek çocuklarında (erkek çocuklarında) baba ismi ile mi hesaplama yapacağız? CEVAP: Hayır. Kadın (kız) yada erkek fark etmez kimin esmasını hesaplarsanız hesaplayın daima anne ismi ile hesaplama yapacaksınız. Bizim verdiğimiz eğitimlerde bizler daima anne ismi ile hesaplama yapmayı öğretiyoruz.
- HAVAS İLMİ NEDİR?
Bir nesnede bulunup başkalarında bulunmayan tabiat, özellik ve niteliği ifade eden hâs ve hâssa kelimelerinin çoğulu olan havas insanlar için kullanıldığında “sıra dışı, üstün, seçkin kişiler” anlamına gelir. İslâm âlimleri, Allah’ın varlıkları farklı şekillerde ve bir hikmet üzere yarattığı gerçeğinden hareketle onlardaki ilâhî sırları keşfedebilmek için türlerini araştırmaya çalışmışlardır. Meselâ; Câhiz, Gazzâlî, Demîrî, Zekeriyyâ b. Muhammed el-Kazvînî, Ebü’l-Ferec Abdurrahman b. Ebû Bekir b. Dâvûd, Hârûn Şah es-Simâvî gibi âlimler, tabiattaki canlı ve cansız varlıkların sahip oldukları özellikleri keşfetmek üzere gayret göstermiş, araştırmalarını kitap ve risâleler şeklinde ortaya koymuşlardır. Bu husustaki genel yaklaşım şöyledir: Her varlık türü kendi oluşumunu sağlayan bir elemana sahiptir ve her varlık farklı karışımların meydana getirdiği bir birleşiktir; varlıkları diğerlerinden farklı kılan bu özelliklere “havâssü’l-eşyâ” denilir. Dolayısıyla her varlığın kendine ait bir havassı söz konusudur. Ancak bazı varlıkların hâssaları bilinmekte, bazılarınınki ise gizli olduğu için bilinmemektedir. Havas ilmiyle uğraşanlar, bu gizlilikleri keşfederek olağan üstü sayılan birtakım işleri yaptıklarını iddia etmektedirler. İbnü’n-Nedîm; gizli ilimlerin azâim, sihir, şa‘beze, nîrâncât, hiyel ve tılsım çeşitlerine ayrıldığını söyledikten sonra bunların bir kısmının (azâim, sihir gibi) cinleri kullanmak, bir kısmının (tılsım, şa‘beze, nîrâncât gibi) yıldızları gözlemlemek veya taş, boncuk, yüzük vb. nesneler üzerine işaretler yapıp yazılar yazmak suretiyle icra edildiğini belirtmektedir. Ona göre bu usullerin bazıları Hz. Süleyman ve Âsaf b. Berahyâ örneklerinde olduğu gibi dinen hoş karşılanmakta; bunların İslâm toplumunda ilk uygulayıcıları olan Halef b. Süleyman ed-Destmîsânî, Hammâd b. Mürre el-Yemânî, Ebü’l-Kāsım Fazl b. Sehl el-Harîrî, İbn Vahşiyye el-Keldânî ve arkadaşı Ebû Tâlib Ahmed b. Hüseyin ez-Zeyyât’ınki ise hoş karşılanmamaktadır. Yine İbnü’n-Nedîm dindar insanların Allah’a boyun eğmek, ibadetlere sarılmak ve riyâzet yapmak suretiyle ruhanîleri etkileri altına alabileceklerini kabul ederken sihirbazların, şeytanın oğlu (veya torunu) olduğuna ve su üzerindeki bir tahtta oturduğuna inandıkları Bîzâh’ın isteklerini yerine getirdiği şeklindeki görüşlerini reddetmektedir ( el-Fihrist , s. 369-372). İbn Haldûn ise havas ilmini, onun bir cüzünü teşkil eden esrâr-ı hurûf ve simya ile bir arada ele almakta ve başlangıçta müslümanlar arasında böyle bir ilmin mevcut olmadığını, daha sonraki yıllarda Şîa ve Bâtınîliğe yönelen sûfîler tarafından İslâm kültürüne sokulduğunu kaydetmektedir ( Muḳaddime , III, 1159). Onun insan-gayb ilişkisini incelerken insanları özellikleri bakımından tabiatı icabı duyuların ve aklın ötesine geçemeyen, ruhanî idrakten âciz nefisler, riyâzet ve gayret sayesinde akıl ve duyuları kullanmadan kısmen gaybı idrak eden nefisler, yaratılışları bakımından beşeriyetten bütünüyle sıyrılıp melekiyete yükselme yeteneğine sahip nefisler olmak üzere üç gruba ayırdığı ve birinci gruba avamı, ikinci gruba velî ve sûfîleri, üçüncü gruba da peygamberleri dahil ettiği görülür ( a.g.e. , I, 411). Havas ilmi konusunda en geniş bilgiyi Taşköprizâde Ahmed Efendi vermektedir. Ona göre gizli ilimleri elde etmede etkili olan ya nefsin gücü (sihir) ya feleklerin yardımı (da‘vet-i kevâkib) veya semavî kuvvetlerle yeryüzü kuvvetlerinin mezcedilmesi (tılsım) yahut da nesnelerin gizli özelliklerinden istifadedir. Nesnelerin gizli (tabii) özelliklerinden faydalanılarak kazanılan gizli ilimleri de okumakla (ilm-i havâs), yazmakla (nîrâncât), fiil şeklinde (rukye), bedensiz ruhlardan istifade etmek suretiyle (azâim) ve bedenlenmiş ruhların yardımı ile (ilmü’l-istihzâr) gerçekleştirilenler şeklinde kısımlara ayırır; sonra da ilm-i havâssın, esmâ-i hüsnâyı ve kutsal kitapları okuyarak kazanılan hassalardan bahseden bir ilim olduğunu, bundan yararlanabilmek için her şeyden önce insanın kendini tamamen Allah’a verip dünyevî zevklerden uzaklaşması ve yalnız evrad ile ilgilenmesi gerektiğini söyler; böylesine sıkı bir riyâzat yapan kimsenin nesnelerin gizli özelliklerini öğrenebileceğine ve onları kullanabileceğine inanır ( Miftâḥu’s-saʿâde , I, 364-370). Kâtib Çelebi , havas ilmine dair bilgilerin tanımını Taşköprizâde’den aynen aktardıktan sonra eşyanın hassalarının (sempatik ve antipatik özelliklerinin) sabit, oluş sebeplerinin ise gizli kaldığını ve bunlardan bazılarının akılla kavranmasına karşılık bazılarını anlamaya imkân bulunmadığını, mıknatısın bunlara örnek teşkil ettiğini söyler. Kâtib Çelebi havas ilmine konu olan varlıkları şöyle sınıflandırmaktadır: 1. Hurûf ilmine ait kaidelerin içinde yer alan isimlerin ve bu isimleri meydana getiren harflerin havassı; 2. Efsunlarda kullanılan dua ve âyetlerin havassı; 3. Burçların ve yıldızların havassı; 4. İklimlerin ve şehirlerin havassı; 5. Kara ve denizlerin havassı ( Keşfü’ẓ-ẓunûn , I, 725-726). Sıddîk Hasan Han ise gizli ilimlerin metotlarını riyâzata dayanan Hint, belirli vakitlerde dualar okumak suretiyle yapılan Keldânî, yıldız ve feleklerin nefislerinin etki altına alınması suretiyle icra edilen Yunan, anlamı bilinmeyen bazı duaları okumak suretiyle cinler üzerinde etkili olan melekleri emir altına almayı hedefleyen İbrânî-Kıptî-Arap usulü şeklinde gruplandırmaktadır. Bu taksime göre havas ilmi Keldânî metoduna girmekte ve biri isim ve harflerin, diğeri de nesnelerin havassına dayanmak üzere ikiye ayrılmaktadır ( Ebcedü’l-ʿulûm , II, 54, 151-153, 236-238, 280-283, 318-319). Gelenekte havas ilmi denilince harf, rakam, isim ve duaların hassalarından istifade etmek suretiyle yapılan işlemler akla gelmekteyse de gerçekte durum bundan farklıdır ve bu ilmin nesnelerdeki itibarî hâssalardan çok hakiki hâssalara dayandığı görülür. Bu yönüyle havas ilminin fizik, kimya, biyoloji gibi müsbet ilimlerin gelişmesine olumlu katkıda bulunduğu söylenebilir. Nitekim havas ilmi adına çeşitli taş ve madenleri, bitkileri, hayvanları konu edinen birçok eser kaleme alınmıştır. Ayrıca ilim tarihi üzerine yazanların birçoğu havas terimini bu anlamda kullanmıştır. Bunlara Müfîdü’l-ʿulûm adlı kitabında havassı maden, bitki, hayvan, insan ve beldelerin hassaları olmak üzere beş kısma ayıran (s. 204-205) Zekeriyyâ b. Muhammed el-Kazvînî örnek gösterilebilir. Çağdaş müslüman müelliflerden bazıları havas ilminin bu iki boyutuna dikkat çekmişlerdir. René Guénon’a ( Abdülvâhid Yahyâ ) göre havas ilminde “gizli ilimler” değil “gizlenmiş ilimler” söz konusudur. Seyyid Hüseyin Nasr ’a göre ise bozulmamış haliyle bu ilimler kâinattaki gizli güçleri ve bu güçleri kullanma vasıtalarını ele alır ( İslam ve İlim , s. 193). Simya hem bir ilim hem de bir sanattır ve kozmosun yanı sıra nefsi de konu edinerek varlıklara bütüncül bakar. Simyaya göre her şey her şeyin içine girmiştir; bu sebeple nesnelerin cevherleri birbirine dönüştürülebilir. Bu anlayış, yalnızca arazların değişken olduğunu kabul eden Aristocu felsefeden ayrı bir şeydir. Simyevî dönüşüm tabii bir süreç değildir ve üst âlemlerdeki güçlerin fizikî âleme girip kozmik süreçleri hızlandırması ile mümkün olmaktadır ( a.g.e. , s. 197). Halk arasında yaygın şöhrete sahip eserlerde daha çok harflerin, kelimelerin, isimlerin, duaların ve feleklerin kendilerine özgü hassalarının bulunduğu, bu hassaları bilen kişilerin söz konusu bilgiyi kullanmak suretiyle duyular ötesinden haber verebildikleri ve nesnelere hükmettikleri ileri sürülmüş, böylece havas ilmi tek boyutlu hale getirilmiştir. Bu haliyle havas ilminin amacı eşyanın hakikatini araştırma olmaktan çıkıp hasmın yenilmesi, gizli hazinelerin bulunması, insanlar arasında sevgi veya nefret duygularının geliştirilmesi, şifa dağıtılması gibi hususlara ve büyücülüğe dönüşmüştür. Bu anlayış zaman zaman savaşa iştirak eden padişah ve kumandanları, korunmak amacıyla üzerine bazı âyet ve vefkler yazılı gömlekler (tılsımlı gömlek) giymeye, üzerinde çeşitli yazı ve şekiller bulunan madalyon, yüzük ve metal muskalar taşımaya sevketmiştir. Taşköprizâde, Eflâtun’un rakamları birbirlerini sevenler ve sevmeyenler şeklinde ikiye ayırdığını, birinci gruptakileri bir kâğıda yazıp daha önce içine hiç su konulmamış bir kaba koyduktan sonra bu sudan iki kişiye içirilirse aralarında sevgi, aynı işlem ikinci gruptaki rakamlarla yapılırsa nefret ve düşmanlık hasıl olacağını söylediğini nakletmektedir ( Miftâḥu’s-saʿâde , I, 396). Nesnelerin gizli özelliklerinin keşif ve tesbiti esasına bina edilen havas ilminin ilk olarak Mısır’da ortaya çıktığı sanılmakta ve Mısırlılar’ın bitki ve hayvan kültürleri yönünden zengin oluşlarının bu ilmin temellerinin ilk defa orada atılmasını sağladığı düşünülmektedir. Yunanlılar’ın ise havassa dair bilgileri Mısırlılar’dan aldıkları, daha sonra Mendesli Bolos (Düzmece Demokritos), Manethen, Paxamos, Anoxilaos, Kallisthenes gibi filozof-bilginler sayesinde ileri götürdükleri ve ardından bu bilgilerin Yeni Pisagorcu etkiler yoluyla Doğu’ya geçtiği tahmin edilmektedir. Ayrıca Empedokles’in kozmolojik fikirlerinde yer alan sevgi ve nefret (sempati-antipati) telakkisi, az çok değişmiş bir şekilde kendinden sonra gelenleri etkilemiş ve nesnelerde gizli özelliklerin bulunduğu fikrine zemin hazırlamıştır. Havas ilmine dair kuralların belirlenmesinde Hermetik akımların öncü bir rolü olmuştur. Bu telakkilere göre Tanrı’nın eseri olan taş, bitki ve hayvan gibi bütün nesnelerde bir ulûhiyyet söz konusudur. Her nesnede farklı ölçüde bulunan ulûhiyyet aynı zamanda onun havassını oluşturur. Eski Yunan’da nesnelerin gerçek özelliklerine dayanan havas kadar, harf ve rakamların hâssalarından faydalanmak üzere teşkil edilen cetveller de önem taşımaktaydı. Yunanlılar, Hermes Trismegistos’un şahsında literatüre “Hermetik düşünce” olarak geçen ve kâinata farklı bir yaklaşımla bakan bir yöntemi ortaya koymuşlardır. Bu konuda bazı kaynaklar, Yunanlı filozoflara nisbet edilen ve çoğu apokrif olan çeşitli eserlerin adını vermektedir. Meselâ Ḫâfiyetü Eflâṭûn , Elvâḥu’l-cevâhir , eẓ-Ẓahrü’l-fâʾiḥ ve’n-nûrü’l-lâʾiḥ ve Kitâbü’l-Uṣûl ve’ḍ-ḍavâbiṭ Eflâtun’a; Risâletü’l-ḥurûf li’l-muʿallimi’l-evvel Arisṭoṭâlîs ve Maʿrifetü’l-ġālib ve’l-maġlûb Aristo’ya; el-Emrâżü’l-müzmine Archigenes’e; el-Kenzü’l-aʿẓam Batlamyus’a nisbet edilmektedir. Literatürde havas ilminin kurucusu olarak tanıtılan Hermes’in kimliği konusunda farklı ifadeler kullanılmış, hatta Hermes kelimesinin özel isim mi cins ismi mi olduğu, özel isimse tek kişiyi mi yoksa birden fazla insanı mı adlandırdığı konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bu zat Mısırlılar’a göre ay ve akıl-hikmet tanrısı Thot; Keldânîler’e göre Bâbil’de yaşamış felsefe, tıp ve sayıların özellikleri konularında fevkalâde bilgi sahibi bir bilge; Grekler’e göre Hermes Trismegistos (üç defa daha güçlü Hermes) diyerek Olymposlu Hermes’ten ayırdıkları ve Mısır tanrısı Thot ile birleştirdikleri bir tanrı; İbrânîler’e göre peygamber veya bilge olduğu tartışmalı Enoh (Uhnûh); İranlılar’a göre mitolojik şahsiyet Hûşeng’dir. İslâm kaynaklarında değişik devirlerde ve yerlerde yaşamış birkaç Hermes’in mevcut olduğu kabul edilir (İbnü’n-Nedîm, s. 327, 373, 417-418); Hermesü’l-Herâmise denildiği zaman akla gelen kişi ise Hz. İdrîs’tir. Ancak Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. İdrîs için sadece, “ Kitapta İdrîs’i de an. Gerçekten o pek doğru bir insan, bir peygamberdir. Onu üstün bir makama yücelttik ” (Meryem 19/56-57) denilmekte, hadiste ise hattü’r-remile başvurduğu belirtilmektedir (Müslim, “Selâm”, 121; Ebû Dâvûd, “Ṭıb”, 23); yani literatürde ileri sürüldüğü gibi havassa dair bilgilerin kaynağı olduğu söylenmemektedir. Öte yandan İslâm tarihi ve tabakat kitaplarında yer alan bazı ayrıntıların, İbrânî kaynaklarındaki açıklamalarla büyük ölçüde paralellik gösterdiği görülmektedir. İbnü’l-Esîr Hz. İdrîs’in ilk yazı yazan ve hesap, kozmoloji, nücûm ilimlerini, bitkilerin özelliklerini bilen ilk kişi olduğunu ( el-Kâmil , I, 62-63), Nişancızâde Muhyiddin Mehmed de esrâr-ı hurûfa dair bir eserinin bulunduğunu ( Mir’âtü’l-kâinat , I, 67) kaydetmektedir; Abdurrahman Bedevî ise el-İnsâniyye ve’l-vücûdiyye fi’l-fikri’l-ʿArabî adlı eserinin sonunda Hermes’e nisbet edilen bazı metinler yayımlamıştır (s. 179-197). Araştırmalar, İbn Haldûn’un da belirttiği gibi havas kültürünün müslümanlara dışarıdan geldiğini ortaya koymaktadır. Bu kültürün İslâm öncesi Bâbil ve Harran’da yaygın olması ve İslâmî dönemde de İbn Vahşiyye gibi Keldânî asıllı müellifler yoluyla yayılması, ayrıca Yunanlı filozoflara ait Hermetik düşünceleri içeren risâlelerin Arapça’ya ilk çevrilen eserler arasında bulunması bu görüşü desteklemektedir. Bundan başka Empedoklesçi kozmolojinin nisbeten kılık değiştirmiş muhtevasıyla İslâm dünyasında tanındığı ve “muhabbet ve galebe” kavramları etrafında geliştirilen bu “oluş ve bozuluş” telakkisinin eşyanın havassına dayandırıldığı bilinmektedir (Şehristânî, II, 69-70; Empedoklesçi fikirlerin Şehristânî’nin yanı sıra Ebû Süleyman es-Sicistânî ve Âmirî’deki yansımaları için bk. Kraemer, s. 141-143). İslâmî dönemde havas ilmine ilk ilgi duyan ve onu yaygın bir şekilde kullananların başında Şiîler ve mutasavvıflar gelmektedir. Şiîler’in bu ilgisinin temelini, Ehl-i beyt’e mensup kişilerin diğer insanlardan imtiyazlı oldukları inancı ile Hz. Âdem’e esmânın öğretilmesiyle başlatıp bütün peygamberlerde devam ettirdikleri hurûf ilminin Hz. Muhammed’de en üst noktaya ulaştığı, ondan Hz. Ali’ye ve ondan da imamlara geçtiği yolundaki telakkileri oluşturmaktadır. Şiîler, Ca‘fer es-Sâdık’ın hem havâss-ı eşyâya dair simyayı hem de esrâr-ı hurûfa dayanan cefri bildiğini iddia etmektedirler. Bazılarınca Ca‘fer es-Sâdık’ın öğrencisi ve Şîa’nın bab mertebesine ulaşmış ileri gelenlerinden biri olduğu kabul edilen Câbir b. Hayyân madenler, bitkiler ve yıldızlar hakkında birçok kitap yazmış, özellikle Kitâbü’l-Ḫavâṣṣi’l-kebîr , Kitâbü’l-Baḥs̱ , Kitâbü’l-Ḫamsîn , Kitâbü’s-Sebʿîn ve Kitâbü’l-Mîzân ’da havas ilmi kapsamına giren konular üzerinde durmuştur. Bunların yetmiş bir makaleden meydana gelen birincisinde nesnelerin özellikleri ( Keşfü’ẓ-ẓunûn , II, 1416), ikincisinde tılsımların mahiyeti, çeşitleri ve hangi amaçlarla yapıldıkları, üçüncüsünde muhabbet işlemleri ve astroloji konuları, dört ve beşincisinde ise simyanın temel meseleleri ele alınmaktadır (İbnü’n-Nedîm, s. 420-423). Câbir, nesnelerin sahip bulundukları gizli özellikleri “el-kuva’r-rûhâniyye” şeklinde nitelendirmekte, örnek olarak da görülmeyen ve hissedilmeyen gizli bir güçle demiri kendine çeken mıknatıs taşını göstermektedir. Bunların, aralarına kalın bir pirinç levhanın konulması halinde bile birbirlerini çektiklerini söyleyerek söz konusu güce “hassa” demekte ve onun bu nesnelerin içinde saklı olduğunu, bir başka nesneye yaklaştırıldığında ortaya çıktığını ileri sürmektedir. Daha sonraları İsmâilîler Câbir’in külliyatına birçok yeni eser ilâve etmişlerdir. İsmâilî âlim Ebû Ya‘kūb es-Sicistânî Kitâbü’l-İftiḫâr ’da yedi ulvî harfin değerini anlatmak üzere bir bölüm ayırmış (s. 47-56), bu yolla bâtınî yorumlar yapmak için de el-ʿİlmü’l-meknûn ve’s-sırrü’l-maḫzûn adlı risâleyi yazmıştır (Deylemî, s. 43). İhvân-ı Safâ risâlelerinin elli ikincisi sihir, azâim, tılsım, astroloji ve nazar gibi havas ilmine dahil sayılan konulara ayrılmış ve bu çalışmada minerallerin sempati-antipati durumları ele alınarak taş, bitki ve hayvanların da insanlar gibi gizli şuur ve latif hislerinin bulunduğu iddia edilmiştir. Mıknatıs taşının demiri çekmesi, bu iki nesnenin birbirlerine yaklaştırılmaları anında, sevenin sevdiğine yaptığı gibi taşın demirin kokusunu alıp üzerine doğru giderek ona yapışması ve kendine çekerek sıkıca tutması şeklinde açıklanmaktadır. Daha sonra varlıkların özelliklerine dayanarak okuyuculara çeşitli öğütlerde bulunulmakta, meselâ sümbülü yüzük gibi parmakta taşımanın vebayı önleyeceği, incinin kalp hastalıklarına, zebercedin saraya karşı koruyucu olduğu ileri sürülmektedir; risâlede ayrıca Eflâtun’un Kitâbü’s-Siyâse ’si ile ünlü müneccim Ebû Ma‘şer el-Belhî’nin astrolojinin sırlarına dair Müẕâkerât ’ından alıntılar yapılmaktadır ( Resâʾil , IV, 287-288). Tasavvufta ise özellikle Kur’an’ın ve esmâ-i hüsnânın havassı çerçevesinde eserler verilmiştir. Sûfîlere göre kalbini Allah’a bağlayıp mâsivâdan temizleyen insanlarda bu ifadelerin havassını anlayacak bir istidat gelişmektedir. Zünnûn el-Mısrî’nin Risâle fî ḫavâṣṣi’l-iksîr ’i (Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 5309/5), Şehâbeddin Yahyâ b. Habeş es-Sühreverdî’nin Ḫavâṣṣu esmâʾillâhi’l-ḥüsnâ ’sı ile (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3704) Ḫavâṣṣü’l-ḥurûf ’u (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 1863), Gazzâlî’ye nisbet edilen Ḫavâṣṣü’l-Ḳurʾân (Süleymaniye Ktp., Reîsülküttâb Mustafa Efendi, nr. 1163) ve Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin el-ʿİḳdü’l-manẓûm fî ḫavâṣṣi’l-ḥurûf ’u (Süleymaniye Ktp., Hacı Beşir Ağa, nr. 659) sûfîlerin havas konusundaki eserlerine örnek olarak gösterilebilir. Havas konusuna sûfîler gibi filozoflar da ilgi duymuşlardır. Bunların ilk ve önemli temsilcilerinden biri, aynı zamanda tabip ve kimyacı olan Ebû Bekir er-Râzî ’dir. Onun, bazı eserlerinde hem eşyanın gerçek özelliklerini ortaya koyan bir yaklaşım içinde olduğu, hem de itibarî hassalar üzerine bina edilen tılsım gibi yöntemleri kullandığı görülmektedir. Ansiklopedik eseri el-Ḥâvî ’de havassa dair birçok ameliyeye yer veren Râzî, Kitâbü’l-Ḫavâṣ ’ta muhabbet ameliyelerini inceleyip çeşitli usullerini gösterirken Risâle fî ṣanʿati’ṭ-ṭılesmât ’ta insanlar arasında dostluk temini, dil bağlama, idareci ve yöneticilerin teveccühlerini kazanma gibi konuları işler. Râzî’nin konuyla ilgili diğer eserleri de şunlardır: Kitâbü’l-İksîr , Kitâbü Nüketi’r-rumûz , Kitâbü’l-Ḥiyel , Kitâbü’l-Esrâr ve Kitâbü Sırri’l-esrâr . Râzî ile hemen hemen çağdaş olan Keldânî asıllı İbn Vahşiyye de yazılarında ele aldığı bütün konuları havas ilmiyle irtibatlandırmış, canlılar arasındaki sempati-antipati ve bakışların etkisi (nazar değmesi) gibi konulara yer vermiştir; ayrıca onun tarımla ilgili konulara oküler açıdan baktığı Kitâbü’l-Filâḥati’l-kebîr ile yine havas ilmine dahil edilebilecek konuları işlediği es-Siḥrü’l-kebîr , Kitâbü Esrâri’l-kevâkib , Risâletü esrâri ʿUṭârid , Kitâbü’s-Sümûm ve Kitâbü’l-Esmâʾ adlı eserleri de zikredilebilir (İbnü’n-Nedîm, s. 372, 423). İbn Sînâ ise insan nefsinin olağan üstü hadiselerle irtibat kurabilecek özelliklerine temas etmekte ve okuyucuya, “Âriflerin dua ile yağmur yağdırdıklarını, şifa bulmayı ve sel, veba, tûfan gibi âfetlerden kurtulmayı sağladıklarını, beddua ile de aksini yaptıklarını işittiğin zaman hemen inkâr etme, düşün; çünkü tabiatın gizliliklerinde bu gibi şeylerin de sebepleri vardır” uyarısında bulunduktan sonra tabiattaki sırları bilinmeyen gaybî işlerin nefs, nesnelerin özellikleri ve gök cisimlerinin etkileri olmak üzere üç sebebe dayandığını söylemektedir ( el-İşârât , III, 892-902). Er-Risâletü’n-nîrûziyye fî meʿâni’l-hicâʾiyye adlı eserinde ise varlık zincirindeki çeşitli bağların özelliklerini ebced hesabını kullanarak Arap alfabesinin harfleri çerçevesinde açıklar ve sonuçta harflerle kozmos arasında bir münasebetin bulunduğunu iddia eder (Seyyid Hüseyin Nasr, Üç Müslüman Bilge , s. 42-43). Bu konuda tanınmış âlim Endülüslü Ebü’l-Kāsım el-Mecrîtî de Ġāyetü’l-ḥakîm ve eḥaḳḳu’n-netîceteyn bi’t-taʿẓîm adlı kitabı kaleme almıştır. Burada müellifin ulaştığı “iki netice” ile, nesnelerde mevcut olan “havâss-ı hakîkî” ve mevcut olduğu varsayılan “havâss-ı i‘tibârî”yi kastettiği anlaşılmaktadır. Mecrîtî’nin Eflâtun, Câbir b. Hayyân ve İbn Vahşiyye gibi müelliflerden bol miktarda alıntılar yaptığı kitabın yazma bir nüshası Râgıb Paşa Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (nr. 870); eser Picatrix adıyla Latince’ye de çevrilmiştir. Genelde ilk dönem kelâmcılarının karşı çıkmalarına ve bu yolla bilgi edinilemeyeceğini söylemelerine rağmen dolaylı da olsa Bâtınîliğin etkisinde kalmış olan Gazzâlî, Fahreddin er-Râzî ve Celâleddin ed-Devvânî gibi müellifler havas konusunda kitap yazmışlardır. Bunlardan Râzî’ye nisbet edilen es-Sırrü’l-mektûm fî esrâri’n-nücûm (Süleymaniye Ktp., Damad İbrâhim Paşa, nr. 845), Muhammed b. Muhammed el-Füllânî el-Kişnâvî tarafından özetlenerek Kitâbü’d-Dürri’l-manẓûm ve ḫulâṣatü’s-Sırri’l-mektûm fi’s-siḥr ve’ṭ-ṭalâsim ve’n-nücûm ismiyle yayımlanmıştır (Kahire 1350). Havassa dair halk arasında en tanınmış eser, Kuzey Afrikalı bilgin Ahmed b. Ali el-Bûnî ’nin Şemsü’l-maʿârifi’l-kübrâ ’sıdır. Dört cüzden oluşan kitapta harflerin çeşitleri ve sırları, yıldız ve burçların tâli ve menzilleri, besmele, esmâ-i hüsnâ, ism-i a‘zam, sûre ve duaların havassı, faydalı vefk ve tılsımlarla cefr ve kutsal taşların havassına yer verilmekte, ayrıca hassalardan faydalanmak suretiyle zehirlerden korunma, haşeratın uzaklaştırılması, düşmana galip gelme, hastalıktan şifa bulma ve sevdiği bir kimseyi kendine bağlama gibi işlemlerin nasıl yapılabileceği izah edilmektedir. Bûnî bu kitaptaki üslûbunu Esrârü’l-ḥurûf ve’l-kelimât , ʿİlmü’l-hüdâ ve esrârü’l-ihtidâ fî şerḥi esmâʾillâhi’l-ḥüsnâ ve Leṭâʾifü’l-işârât fî esrâri’l-ḥurûfi’l-ʿulviyyât gibi eserlerinde de sürdürmüştür. İbnü’l-Hâc el-Abderî et-Tilimsânî ’nin Şümûsü’l-envâr ve künûzü’l-esrâri’l-kübrâ adlı eseri de Bûnî’nin Şemsü’l-maʿârif ’ine benzemektedir. Ali b. Aydemir el-Cildekî ’nin Dürretü’l-ġavvâṣ ve kenzü’l-iḫtiṣâṣ fî ʿilmi’l-ḫavâṣṣ ’ında havas bölümü canlıların havassı ve cansızların havassı olmak üzere iki kısma ayrılmıştır; Ali el-İznikî’nin Kitâbü’d-Dürreti’l-ġavvâṣ fî esrâri’l-ḫavâṣṣ ’ı da bu eserin devamı niteliğindedir. Dâvûd-i Antâkî , en-Nüzhetü’l-mübhice adlı kitabının son kısmını havassa ayırarak burada hayvan, bitki ve madenlerin özelliklerinden söz etmiştir. Bunların dışında ayrıca havassa dair şu eserler de zikredilebilir: İbn Şuayb el-Medâinî, Kitâb fî ʿilmi’l-ḫavâṣ (Sezgin, III, 378); Ebü’l-Anbes es-Saymerî, Kitâbü Aṣli’l-uṣûl fî ḫavâṣṣi’n-nücûm ve aḥkâmihâ (Süleymaniye Ktp., Giresun, nr. 146); İbnü’s-Süveydî İbrâhim b. Muhammed b. Ali b. Tarhan, el-Bâhir fî ḫavâṣṣi’l-cevâhir (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 3697); Abdülmelik b. Zühr, Cemʿu’l-fevâʾidi’l-münteḫabe mine’l-ḫavâṣṣi’l-mücerrebe (TSMK, III. Ahmed, nr. 2068); Utârid b. Muhammed el-Hâsib, Menâfiʿu’l-aḥcâr ve’l-ḥazer ve ḫavâṣṣü’l-ḥurûf (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 3610); Ebü’l-Ferec Abdurrahman b. Ebû Bekir b. Dâvûd, Nüzhetü’n-nüfûs ve’l-efkâr fî ḫavâṣṣi’l-ḥayevân ve’n-nebât ve’l-aḥcâr (Köprülü Ktp., Ahmed Paşa, nr. 197; Fâzıl Ahmed Paşa, nr. 988); Abdurrahman b. Muhammed el-Bistâmî, Kitâb fi’l-ḫavâṣ (Süleymaniye Ktp., Hekimoğlu Ali Paşa ve Camii, nr. 540); Ebû Abdullah Muhammed b. Muhammed ed-Dimyâtî, Risâle fi’ṭ-ṭıb ve’l-ḫavâṣ (Süleymaniye Ktp., Reîsülküttâb Mustafa Efendi, nr. 1163); Hârûn Şah es-Simâvî, Ḫavaṣṣü’l-aḥcâr ve’l-maʿâdin (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 4871); Abdülfettâh b. Muhammed Lârendî, Ḫizânetü’l-ḫavâṣ (Süleymaniye Ktp., Amcazâde Hüseyin Paşa, nr. 71). Havas ilmiyle ilgili yukarıda verilenlerden başka birçok çalışma daha yapılmıştır (Başlıcalarının listesi için bk. Ullmann, s. 402-426); bu tür eserlerin büyük bir kısmı isim ve harflerin havassına dairdir. Havas ilmi nesnelerin gizli özelliklerini tanıma ve bu özelliklerden faydalanmayı amaçlayan bilgi dalıdır. Eğer nesnelerin gerçek özelliklerine nüfuz edip onlardan istifade yoluna gidilebilirse bunda dinî açıdan bir sakınca yoktur; aksine özendirilmesi dahi söz konusudur. Bu özellikler duyularla ve kesin biçimde algılanabildiği takdirde bilimin alanı içine girmektedir. Havas ilminde varsayımlar, modern bilimin deneysel yöntemleriyle temellendirilemeyen ön kabullerden ibarettir. Ancak nasıl ki simya modern kimyanın, astroloji modern astronominin gelişmesine katkıda bulunmuşsa havas ilmi de “tabii özellik” kavramının araştırılmasına katkıda bulunmuştur. Havas ilmi konusunda yapılan tartışmalar daha çok nesnelere birtakım itibarî değerler vererek bunlar üzerine hüküm bina etme noktasında odaklanmaktadır; Hermetik gelenek denilen de budur. İbn Teymiyye , böyle bir geleneğin Hz. İdrîs’e dayandığına dair elde sahih haberler bulunmadığını, bulunsa bile bunların bir peygamberde görülen mûcizeler olabileceğini ve günlük hayatta denenemeyeceğini söylemekte, ayrıca Ca‘fer es-Sâdık, takipçileri Mâlik b. Enes ve Süfyân b. Uyeyne’ye nisbet edilen cefr ve vefklerin de bu kişilerle ilgisinin olmadığını belirtmektedir ( Mecmûʿu fetâvâ , XXXV, 166-190). Hz. Ali’nin hilâfetinden sonra fitnenin zuhuruyla ümmet çeşitli kamplara bölününce gulât-ı Şîa’ya mensup fırkalar Selef’e karşı bir söylemle ortaya çıkmışlar, bu iddialarının kaynağı sorulunca da, “Hz. Ali ve Ehl-i beyt’e verilmiş gizli bilgilerdir” demişlerdir. Kur’an’da onun şifa olduğu (Yûnus 10/57; el-İsrâ 17/82; Fussılet 41/44), hadis kaynaklarında ise havas ve faziletlerinin bulunduğuna dair bilgiler yer almakla beraber buradaki şifanın maddî hastalıklara değil küfür, şirk, fitne, cehalet gibi kalbî hastalıklara karşı ve yine havas ve faziletinin de müminin kalbine takvâ, irade gücü, yakīnî iman vb. ilham ve telkin etmesi şeklinde olduğunu düşünmek gerekir. Kâtib Çelebi havassın, sâlih kişilerin tecrübelerine dayanan virdlerin tekrarlanması suretiyle isteğe ulaşma olduğunu ve bazı havas hakkında çeşitli hadisler mevcut bulunmakla birlikte bunların çoğunun mevkuf olduğunu, hakkında hadis bulunmayan havassa dair ise halkın çok şey uydurduğunu söylemektedir ( Keşfü’ẓ-ẓunûn , I, 726). Yukarılarda belirtildiği gibi havas ilmi İslâm kültürüne dışarıdan girmiş ve önceleri gulât-ı Şîa gibi aşırı gruplar tarafından kullanılmıştır; daha sonra bazı mutasavvıflar da onlardan alarak Ehl-i sünnet arasında yaymışlardır. Eş‘arîler , nesnelerin içinde illet-ma‘lûl ilişkisini meydana getiren gizli özelliklerin mevcudiyetine inanmamakta ve meselâ ateşin havassından dolayı değil Allah dilediği için yaktığını, buna karşılık Mu‘tezilîler de eşyaya yaratılış esnasında verilen havas sayesinde illet-ma‘lûl ilişkisinin cereyan ettiğini söylemektedirler. Kelâmcıların çoğunluğu ise konuyu daha çok bir bilgi problemi olarak ele almış ve bu yolla bilgi edinilemeyeceğini, ayrıca bu yöntemi kullanan kişilerin insanların mûcizeler hakkındaki inançlarını sarsacaklarını dile getirerek başvurdukları usullere karşı çıkmıştır. Bu noktada Meşşâî filozoflar onlara destek verirken İşrâkī filozoflar havassa dayanan usulleri savunmuşlardır. Kaynaklar: Lisânü’l-ʿArab , “ḫṣṣ” md. Kāmus Tercümesi , II, 373. Müslim, “Selâm”, 121. Ebû Dâvûd, “Ṭıb”, 23. Ebû Ya‘kūb es-Sicistânî, Kitâbü’l-İftiḫâr (nşr. Mustafa Gālib), Beyrut, ts. (Dârü’l-Endelüs), s. 47-56. İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist (Teceddüd), s. 327, 369-373, 417-425. İhvân-ı Safâ, Resâʾil , Beyrut 1376-77/1957, IV, 283-358. İbn Sînâ, el-İşârât , III, 892-902. Şehristânî, el-Milel (Kîlânî), II, 68-73. Ahmed b. Ali el-Bûnî, Şemsü’l-maʿârifi’l-kübrâ , Beyrut, ts. (el-Mektebetü’s-sekāfiyye), tür.yer. İbnü’l-Esîr, el-Kâmil , I, 62-63. İbnü’l-Arabî, el-Fütûḥât , III, 208. Deylemî, Meẕhebü’l-Bâṭıniyye , s. 43, 54-57. İbn Teymiyye, Mecmûʿu fetâvâ , XXXV, 166-196. İbn Haldûn, Muḳaddime , I, 411; III, 1159-1165. İbn Hacer, Fetḥu’l-bârî (Hatîb), XI, 359. Zekeriyyâ b. Muhammed el-Kazvînî, Müfîdü’l-ʿulûm ve mübîdü’l-hümûm , Kahire 1310, s. 204-205. Nişancızâde Muhyiddin Mehmed, Mir’âtü’l-kâinat , İstanbul 1290, I, 67. Taşköprizâde, Miftâḥu’s-saʿâde , I, 364-370, 396-397; II, 568-573. Keşfü’ẓ-ẓunûn , I, 79, 411-412, 725-726; II, 1416. Şerkāvî, el-Ḥükûmetü’l-Bâṭıniyye , Kahire 1982, s. 120-122. Sıddîk Hasan Han, Ebcedü’l-ʿulûm , Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), II, 54-55, 151-153, 236-239, 280-283, 318-332, 497. İzmirli, Yeni İlm-i Kelâm , s. 173-174. Sezgin, GAS , III, 378. Ullmann, Die Natur und Geheimwissenschaften , s. 402-426. Abdurrahman Bedevî, el-İnsâniyye ve’l-vücûdiyye fi’l-fikri’l-ʿArabî , Küveyt 1982, s. 179-197. Mustafa Gālib, Mefâtîḥu’l-maʿrife , Beyrut 1982, s. 307-311. M. Âtıf el-Irâkī, S̱evretü’l-ʿaḳl fi’l-felsefeti’l-ʿArabiyye , Kahire 1984, s. 179. Ali Nemâzî, Müstedrekü Sefîneti’l-biḥâr , Tahran 1984, s. 193-195. Seyyid Hüseyin Nasr, Üç Müslüman Bilge (trc. Ali Ünal), İstanbul 1985, s. 42-43. a.mlf., İslam ve İlim: İslam Medeniyetinde Aklî İlimlerin Tarihi ve Esasları (trc. İlhan Kutluer), İstanbul 1989, s. 193-202. J. L. Kraemer, Humanism in the Renaissance of Islam , Leiden 1986, s. 141-143. Îsâ Abduh – Ahmed İsmâil Yahyâ, Ḥaḳīḳatü’l-insân , Kahire 1988, II, 273-276. Mahmut Erol Kılıç, İslâm Kaynakları Işığında Hermes ve Hermetik Düşünce (yüksek lisans tezi, 1989, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü), s. 6-36. Yahyâ Şâmî, Târîḫu’t-tencîm ʿinde’l-ʿArab , Beyrut 1414/1994, s. 73-99.
- HAVAS
Sözlükte “bir nesneyi diğerlerinden farklı ve üstün kılan nitelik” anlamına gelen hâssa kelimesinin çoğulu olup genellikle avam karşıtı olarak “seçkin kişiler” mânasında kullanılır. Tasavvufta, herkeste bulunmayan birtakım bilgilere ve hallere, yetenek ve ruh temizliğine sahip velîlere havas veya ehl-i husûs , bunların en üstün olanlarına hâssü’l-havâs veya hâssatü’l-hâssa adı verilir; böylece tasavvufî anlayışta müslümanlar avam ve havas şeklinde iki kategoriye ayrılır. Havas ve hâssü’l-havâs, şer‘î yükümlülükler konusunda avamla aynı hükümlere tâbi olup avama uygulanan hükümler onlara da uygulanır. Ancak havas nâfile ibadetlere büyük önem vermesi, haram ve mekruh olan şeylerden titizlikle kaçınması, dinî hayatı en mükemmel şekliyle yaşamaya çalışması sonucunda birtakım özel bilgilere ve hallere sahip olarak avamdan ayrılır. Mutasavvıflara göre Hz. Peygamber’in vahiy alma, mi‘raca çıkma ve mûcize gösterme gibi sadece kendine has bazı halleri (hasâisü’n-nebî) vardır. Aynı şekilde Resûl-i Ekrem sırdaşı olan Huzeyfe b. Yemân’a başkalarının bilmediği bazı şeyleri haber verdiği gibi Ali’ye de başkalarının bilmediği yetmiş kadar ilim dalını öğretmiş, ancak Hz. Ali, avamın kendisini yalancılıkla suçlamasından çekindiği için bunları açıklamamıştı. Hz. Ebû Bekir firâsete ve ilhama mazhar olmuş, Hz. Ömer hak ile bâtılı birbirinden ayırma yeteneğine sahip olduğu için kendisine “Fârûk” denilmiştir (Serrâc, s. 38, 168-182). Hadis âlimleri hadis alanında, fıkıh âlimleri hukuk alanında uzman oldukları gibi sûfîler de ruh ve gönül halleri hususunda uzmandır. Bu konudaki bilgilerin ve hallerin bir bölümü Hz. Peygamber ve sahâbeden kendilerine intikal etmiş, bir kısmına ise ibadet, ahlâk, edep konularında hassasiyet göstermek, ruh ve kalp hallerini kontrol altında tutmak, nefsi günah kirinden arındırmak, ilâhî hakikati ve sırrı kavramaya çalışmak suretiyle kendileri ulaşmıştır. Büyük bir ruhî çaba ve mânevî tecrübe ile kazanılan bu bilgilere “ilm-i husûs” adı verilir. “Ledün ilmi” veya “bâtın ilmi” de denilen bu bilgi türü sûfîlere hastır ( a.g.e. , s. 31-33). Havas ve hâssatü’l-havâs, bu ilim sayesinde Kur’an ve hadisten herkesin farkına varamadığı mânaları bulur ve ortaya çıkarır. Meselâ; Hz. İbrâhim’in gördüğü yıldız his, ay akıl, güneş Hak nuru şeklinde yorumlanmış; bundan da avamın his, havassın akıl, hâssatü’l-havâssın Hak nuru ile irşad edildiği sonucuna varılmıştır (Haydar el-Âmülî, s. 359). Havas-avam ayırımına ilk sûfîlerden itibaren bütün mutasavvıflarda rastlanır. Zünnûn el-Mısrî, “Avam günahtan, havas gafletten tövbe eder” derken bu ayırımı yapmıştır (Kuşeyrî, s. 260). Sûfîler tevhid gibi en hassas konularda bile avam-havas ayırımı yapmışlardır. Meselâ; Cüneyd-i Bağdâdî biri avama, diğeri havassa ait iki tür tevhidden bahsetmiş (Serrâc, s. 49), daha sonra havassın tevhid anlayışına “tevhîd-i sûfiyye” veya “tevhîd-i hâlî” denilmiştir. Aynı ayırımı yapan Gazzâlî avamın tevhidinin “Lâ ilâhe illallah”, havassın tevhidinin “Lâ ilâhe illâ hû” olduğunu söyler ( Mişkâtü’l-envâr , s. 21). Havastan olan bir kişinin kalbi uyanık, ahlâkı güzeldir. Hayır yapar, başkalarını buna davet eder. İyiliği emredip kötülükten menetme sorumluluğu çerçevesinde hükümdarlarla barış içinde bulunur (Sülemî, s. 226). Mutasavvıflar edep, ahlâk, hal, ilim ve mârifet gibi meziyetler bakımından halktan ileride olan havassın aynı zamanda mütevazi, sabırlı ve hayır sever olmaları gerektiğini söylerler. Sûfîler, bir kimsenin havastan olmasının kendisine herhangi bir ayrıcalık sağlamadığını kabul etmekle beraber avam, havas ve hâssü’l-havâssı bazan farklı hükümlere tâbi kıldıkları da olur. Meselâ; Kuşeyrî’nin üstadı Ebû Ali ed-Dekkāk semâı avam için haram, zâhidler (havas) için mubah, sûfîler için müstehap sayardı ( Risâle , s. 458). Tasavvufta genellikle ibadet, hal, ahlâk, edep, ilim ve irfan üçlü bir sınıflandırmaya tâbi tutulur. Buna göre meselâ bir ahlâk kuralı alelâde, iyi veya en iyi şekilde uygulanabilir. Avam bu kuralları alelâde, havas iyi, hâssü’l-havâs ise en iyi şekilde yerine getirir. Kur’an’da, “Allah’a koşunuz” (ez-Zâriyât 51/50) buyurulmuştur. Bu buyruğu avam bilgisizlikten bilgiye, tembellikten çalışmaya, darlıktan genişliğe koşarak; havas habere dayanan bilgiden görmeye dayanan bilgiye, şekillerden ilkelere, huzurdan tecride koşarak; hâssü’l-havâs ise mâsivâdan Hakk’a koşarak uygular (Herevî, s. 12). İlme’l-yakīn, ayne’l-yakīn, hakka’l-yakīn; muhâdara, mükâşefe, müşâhede; tevâcüd, vecd, vücûd gibi üçlü sınıflandırmalar da hep bu temele dayanır. Kaynaklar: Serrâc, el-Lümaʿ (nşr. Tâhâ Abdülbâkī Sürûr), Kahire 1960, s. 31-33, 38, 49, 168-182. Sülemî, Ṭabaḳāt , s. 226. Kuşeyrî, Risâle (Uludağ), s. 260, 458. Herevî, Menâzil , s. 12. Gazzâlî, İḥyâʾ (Beyrut), I, 33; III, 15. a.mlf., Mişkâtü’l-envâr , Beyrut 1986, s. 21. İbn Kayyim el-Cevziyye, Medâricü’s-sâlikîn , Kahire 1983, I, 504. Haydar el-Âmülî, Câmiʿu’l-esrâr , Tahran 1378, s. 359. Süleyman Nedvî, İslâm Tarihi, Asr-ı Saâdet (trc. Ömer Rıza [Doğrul]), İstanbul 1347/1928, III, 1392. Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye (Özel), I, 98; III, 87, 176.
- BÜYÜ VE SİHİRDEN KORUNMAK İÇİN DUALAR
Sihir veya büyü literatürde el çabukluğu, göz boyama ve yaldızlı sözler söyleme yoluyla gerçekleştirilen hile ve aldatma işi ya da şeytanla yakınlık kurup ondan yardım alma ve nesnelerin şeklini değiştirme iddiası şeklinde tanımlanmıştır. Sihir faaliyetlerinin, dini değerlerle bir bağlantısı olmadığı gibi bu işlerle uğraşanlar ahlaki bir amaç da gözetmezler. Bu tür uğraşılardaki temel hedef, çıkar sağlamaktır. BÜYÜ VE SİHİR YAPANLARIN AHİRETTE NASİBİ YOKTUR İslam dini, büyük günahlar arasında saydığı sihri şiddetle yasaklamış, Kur’an-ı Kerim’de sihir yapanların ahiretten nasibi olmadığı ve bunu yapanların şerrinden Allah’a sığınılması gerektiği vurgulanmıştır (Bakara, 2/102; Felâk, 113/4). Hz. Peygamber (s.a.s.) de sihir yapmayı yedi büyük günah arasında saymıştır (Buhârî, Vesâyâ, 23; Müslim, İman, 145). Cahiliye devrinde sihir/büyü çok yaygındı. Cincilik, kâhinlik, yıldızlardan hüküm çıkarmak, fal oklarına başvurmak, iplere düğüm atıp üflemek gibi işlemler yapılırdı. Müşrikler bu durumun da etkisiyle işi, Kur’an’ın bir sihir eseri olduğunu ileri sürmeye kadar vardırmışlardı (Sâd, 38/4; Zârîyât, 51/52). BÜYÜ VE SİHİRDEN KORUNMAK İÇİN OKUNACAK DUALAR Sihire ve büyüye karşı en etkili çözüm, Allah’a sığınmak ve ona güvenmektir. Hz. Peygamber (s.a.s.), her şeyin şerrinden Allah’a sığınarak sürekli Felâk ve Nâs sûreleri ile Âyete’l-kürsî’yi okumuştur (Buhârî, Vekâle, 10; Fezâilü’l-Kur’an, 10; Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’an, 3). NAZAR, BÜYÜ VE BENZERİ OLUMSUZLUKLARDAN KORUMAK İÇİN DUA Peygamberimiz (s.a.v) torunları Hz. Hasan ve Hüseyin’i (r.a.) nazar, büyü ve benzeri olumsuzluklardan korumak için şu duayı okumuştur: أَعُوذُ بِكَلِمَاتِ اللَّهِ التَّامَّةِ مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ وَهَامَّةٍ ، وَمِنْ كُلِّ عَيْنٍ لاَمَّة “Her türlü şeytan ve zehirli hayvanlardan ve bütün kem gözlerden Allah’ın eksiksiz kelimelerine sığınırım.” (Buhârî, Ehâdîsu’l-enbiyâ, 10; bkz: İbn Mâce, Tıb, 36). FELAK SURESİ ARAPÇA بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِۙ ﴿١﴾ مِنْ شَرِّ مَا خَلَقَۙ ﴿٢﴾ وَمِنْ شَرِّ غَاسِقٍ اِذَا وَقَبَۙ ﴿٣﴾ وَمِنْ شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِي الْعُقَدِۙ ﴿٤﴾ وَمِنْ شَرِّ حَاسِدٍ اِذَا حَسَدَ ﴿٥ FELAK SURESİ’NİN TÜRKÇE OKUNUŞU Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm. 1- Gul e’ûzu bi-Rabbi’l-felak. 2- Min şerri mâ halak. 3- Ve min şerri ğâsikın izâ vekab. 4- Ve min şerri’n-neffâsâti fi’l-ukad. 5- Ve min şerri hâsidin izâ hased. FELAK SURESİ’NİN ANLAMI Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. 1- De ki: ben, karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran Rabbe sığınırım, 2- Yarattığı şeylerin şerrinden, 3- Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, 4- Düğümlere üfleyenlerin şerrinden, 5- Ve hased ettiği zaman hasedçinin şerrinden. (Allah’a sığınırım). NAS SURESİ ARAPÇA بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِۙ ﴿١﴾ مَلِكِ النَّاسِۙ ﴿٢﴾ اِلٰهِ النَّاسِۙ ﴿٣﴾ مِنْ شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِۙ ﴿٤﴾ اَلَّذ۪ي يُوَسْوِسُ ف۪ي صُدُورِ النَّاسِۙ ﴿٥﴾ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ ﴿٦ NAS SURESİ’NİN TÜRKÇE OKUNUŞU Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm. 1- Gul e’ûzu bi-Rabbi’n-nâs. 2- Meliki’n-nâs. 3- İlâhi’n-nâs. 4- Min şerri’l-vesvâsi’l-hânnâs. 5- Ellezî yuvesvisu fî sudûri’n-nâs. 6- Mine’l-cinneti ve’n-nâs. NAS SURESİ’NİN ANLAMI Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. 1- De ki: İnsanların Rabbine sığınırım. 2- İnsanların malikine, 3- İnsanların (gerçek) ilahına; 4- İnsanlara kötü şeyler fısıldayan o sinsi vesvesecinin şerrinden. 5- O ki, insanların göğüslerine (kötü düşünce, şüphe) vesvese verir. 6- Gerek cin, gerekse insanlardan (olan vesvesecilerin şerrinden Allah’a sığınırım.)
- NAZARDAN BÜYÜDEN KORUNMA YOLLARI
İslâm dini, büyük günahlar arasında saydığı sihri şiddetle yasaklamış, Kur’ân-ı Kerîm’de sihir yapanların âhiretten nasibi olmadığı ve bunu yapanların şerrinden Allah’a sığınılması gerektiği vurgulanmıştır (el-Bakara, 2/102; el-Felâk, 113/4). Hz. Peygamber (s.a.s.) de sihir yapmayı yedi büyük günah arasında saymıştır (Buhârî, Vesâyâ, 23 [2766]; Hudûd, 44 [6857]; Müslim, Îmân, 145 [89]). Câhiliye devrinde sihir/büyü çok yaygındı. Cincilik, kâhinlik, yıldızlardan hüküm çıkarmak, fal oklarına başvurmak, iplere düğüm atıp üflemek gibi işlemler yapılırdı. Müşrikler bu durumun da etkisiyle işi, Kur’ân’ın bir sihir eseri olduğunu ileri sürmeye kadar vardırmışlardı (Sâd, 38/4; ez-Zârîyât, 51/52). Sihre ve büyüye karşı en etkili çözüm, Allah’a sığınmak ve O’na güvenmektir. Hz. Peygamber (s.a.s.), her şeyin şerrinden Allah’a sığınarak sürekli Felâk ve Nâs sûreleri ile Âyete’l-kürsî’yi okumuştur (Buhârî, Vekâlet, 10 [2311]; Fezâilü’l-Kur’ân, 10, 14 [5010, 5016-5017]). Ayrıca o, torunları Hz. Hasan (r.a.) ve Hz. Hüseyin’i (r.a.) nazar, büyü ve benzeri olumsuzluklardan korumak için şu duayı okumuştur: أَعُوذُ بِكَلِمَاتِ اللَّهِ التَّامَّةِ، مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ وَهَامَّةٍ، وَمِنْ كُلِّ عَيْنٍ لاَمَّةٍ “Her türlü şeytan ve zehirli haşarattan ve bütün kem gözlerden Allah’ın eksiksiz kelimelerine sığınırım.” (Buhârî, Ehâdîsü’l-enbiyâ, 10 [3371]). Bunun yanında sihre maruz kaldığını düşünen bir kimsenin, şifayı Allah’tan umarak güvendiği insanlara müracaatla kendisine Kur’ân okutması ve dua ettirmesinde bir sakınca yoktur. Din İşleri Yüksek Kurulu 28 Eylül 1979 tarih ve 1883 sayılı kararında Cenâb-ı Hak’tan şifa umarak hastalara Kur’ân-ı Kerîm ve şifa ile ilgili dualar okumanın caiz, halkı kandırmak ve gaipten haber vermek amacıyla üfürükçülük yapmanın ise dinen yasak olduğunu belirtmiştir. Kaynak: https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/30/buyu-ve-sihirden-korunmak-icin-ne-yapilmalidir
- HAYIRLI EVLAT DUASI
HAYIRLI EVLAT DUASI Bir mü’mini sevindirecek, ferahlandıracak nesil; hayırlı, sâlih ve müttakî bir nesildir. Hayrulhalef oğullardır. Sâlihât-ı nisvan kızlardır. Bunun için hayırlı bir evlat için göstereceğimiz çaba ve gayretin yanında Rabbimize niyazda bulunmalıyız. Kuran'da geçen, nesillerimizin hayırlı olması niyazıyla okunması tavsiye edilen dualar... Kur'an-ı Kerim'de Geçen Hayırlı Evlat Duaları: Anlamı: “Rabbim! Bana katından temiz bir nesil bahşet. Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin.” (Âl-i İmrân Sûresi 38. Ayet) Okunuşu: "...Rabbi heblî min ledunke zurriyyeten tayyibeh(tayyibeten), inneke semîud duâ’(duâi)." Anlamı: “...Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl!” (Furkân Sûresi 74) Okunuşu: "...Rabbenâ heb lenâ min ezvâcinâ ve zurriyyâtinâ kurrate a’yunin vec’alnâ lil muttakîne imâmâ." Anlamı: “...Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve razı olacağın yararlı iş yapmamı temin et. Benim için de zürriyetim için de iyiliği devam ettir. Ben Sana döndüm. Ve elbette ki ben müslümanlardanım.“ (Ahkâf Sûresi 15) Okunuşu: "...Rabbi evzı’nî en eşkure ni’metekelletî en’amte aleyye ve alâ vâlideyye ve en a’mele sâlihan terdâhu ve aslıh lî fî zurriyyetî, innî tubtu ileyke ve innî minel muslimîn." İbrâhim Aleyhisselâm’ın Duâları: Anlamı: “Ey Rabbim! Bana sâlihlerden (bir oğul) ihsan et!“ (Saffât Sûresi 100) Okunuşu: "...Rabbi heb lî mines sâlihîn." Anlamı: ”Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle; ey Rabbimiz! Duâmı kabul et!” (İbrâhim Sûresi 40) Okunuşu: "Rabbic’alnî mukîmes salâti ve min zurriyyetî rabbenâ ve tekabbel duâ." İbrâhim ve İsmâil Aleyhisselâm’ın Duâsı: Anlamı: “Ey Rabbimiz! Bizi Sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de Sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibadet usullerimizi göster, tevbemizi kabul et; zira, tevbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak Sen’sin.” (Bakara Sûresi 128) Okunuşu: “Rabbenâ vec’alnâ müslimeyni leke ve min zürriyetinâ ümmeten müslimeten leke ve erinâ menâsikenâ ve tüb’aleynâ inneke entettevvâbürrahıym.” Zekeriyyâ Aleyhisselâm’ın Duâsı: Okunuşu: "...Rabbi lâ tezernî ferden ve ente hayrul vârisîn." HAYIRLI EVLAT DUASI Kaynak: https://www.islamveihsan.com/hayirli-evlat-duasi.html
- PEYGAMBERİMİZİN (s.a.v.) YAPTIĞI DUALAR
Peygamberimizin yaptığı dualar; Dua, kulun Rabbini tanıyarak O’nun yüceliği, sınırsız ve sonsuz kudreti karşısında kendi âcizliğini, zayıflığını ve güçsüzlüğünü itiraf etmesi, derin bir sevgi ve saygı içinde O’ndan yardım niyâz etmesidir. “Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin ki duanızı kabul edeyim...” (Mü’min sûresi 60. ayet) " Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O hâlde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler. " (Bakara suresi 186. ayet) Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Dua ibadettir.” (Ebû Dâvûd, Vitir 23; Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân 3, 41, Daavât 1.) PEYGAMBERİMİZİN (S.A.V.) YAPTIĞI DUALAR Peygamberimizin (s.a.v.) sıkça yaptığı dualar... Peygamber Efendimizin Dilinden Dualar - Dua 1 Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- duâsında şöyle buyururdu: Arapça: Okunuşu : "Allahûmme bike esbahna ve bike emseyna ve bike nahya ve bike nemutu ve ileykel masir." Anlamı: “Allah’ım! Senin iznin ve yardımınla sabahladık ve akşamladık, yine senin izin ve yardımınla yaşar ve ölürüz. Sonunda dönüş yalnız sanadır.” (Tirmizi, Deavât 13) Peygamber Efendimizin Dilinden Dualar - Dua 2 Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- duâsında şöyle buyururdu: Arapça: Okunuşu : "Allahümme e’ûzü bi rızâke min sehatike ve bi muâfâtike min ‘ukûbetike ve e’ûzü bike minke lâ uhsi senâen ‘aleyke ente kema esneyte ‘ala nefsike." Anlamı: “Allah’ım! Öfkenden rızana; cezandan affına sığınırım. Senden yine sana sığınırım. Sana övgüyü saymakla bitiremem. Sen kendini nasıl övdüysen öylesin.” (Müslim Salât 222) Peygamber Efendimizin Dilinden Dualar - Dua 3 Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- duâsında şöyle buyururdu: Arapça: Okunuşu : "Allâhümme innî e’ûzü bike min zevâli ni’metike ve tehavvüli ‘âfiyetike ve fücâeti nıkmetike ve cemî’ı sahatike." Anlamı: “Allah’ım! Nimetinin yok olmasından, verdiğin afiyetin (nimet ve sağlığın) bozulmasından, ansızın cezalandırmandan ve öfkene sebep olan her şeyden sana sığınırım.” (Müslim, Zikir 96 ) Peygamber Efendimizin Dilinden Dualar - Dua 4 Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- duâsında şöyle buyururdu: Arapça: Okunuşu : "Allahümme innî e’ûzü bike mine’l-hemmi ve’l-hazeni. Ve e’ûzü bike mine’l-‘aczi vel-keseli. Ve e’ûzü bike minel cübni vel-buhli. Ve e’ûzü bike min ğalebetid-deyni ve kahrir-ricâli." Anlamı: “Allah’ım! Kederden ve üzüntüden, acizlikten, tembellikten, cimrilikten, korkaklıktan, borç yükünden ve insanların kahrından sana sığınırım.” (Ebû Davud, Sâlat 367) Peygamber Efendimizin Dilinden Dualar - Dua 5 Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- duâsında şöyle buyururdu: Arapça: Okunuşu : "Allahümme innî e’ûzü bike mine’l-fakri ve’l-kılleti ve’z-zilleti ve e’ûzü bike min en ezlime ev uzleme." Anlamı: “Allah’ım! Fakirlikten, yokluktan ve zilletten sana sığınırım; zulmetmekten ve zulme uğramaktan da sana sığınırım.” (Buhârî, Deavât 40) Peygamber Efendimizin Dilinden Dualar - Dua 6 Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- duâsında şöyle buyururdu: Arapça: Okunuşu : "Allahümme innî e’ûzü bike en edille ev üdalle, ev ezille ev üzelle ev ezlime ev uzleme ev echele ev yüchele ‘aleyye." Anlamı: “Allah’ım! Dalalete (sapıklığa) düşmekten veya (başkalarını) dalalete düşürmekten, hataya düşmekten veya (başkasını) hataya düşürmekten, zulmetmekten veya zulme uğramaktan, cahillik etmekten veya cahillikle karşılaşmaktan, sana sığınırım.” (Ebû Dâvûd, Edeb 112) Peygamber Efendimizin Dilinden Dualar - Dua 7 Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- duâsında şöyle buyururdu: Arapça: Okunuşu : "Allahümme innî e’ûzü bike mine’l-cübni ve e’ûzü bike min en uredde ila erzelil ‘umuri ve e’ûzü bike min fitneti'd-dünya ve e’ûzü bike min azabi'l-kabr." Anlamı: “Allah’ım! Korkaklıktan sana sığınırım. Ömrün en düşük çağının zorluklarından, dünya fitnelerinden ve kabir azabından da sana sığınırım.” (Buhârî, Cihad 25) Peygamber Efendimizin Dilinden Dualar - Dua 8 Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- duâsında şöyle buyururdu: Arapça: Okunuşu : "Allahümme innî e'ûzü bike min şerri ma 'amiltu ve min şerri ma lem a'mel." Anlamı: “Allah’ım! Şimdiye kadar yaptığım, bundan sonra yapacağım işlerin şerrinden sana sığınırım.” (Müslim, Zikir 65, 66) Peygamber Efendimizin Dilinden Dualar - Dua 9 Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- duâsında şöyle buyururdu: Arapça: Okunuşu : "Allahümme innî e'ûzü bike min fitneti'n-nâri ve 'azabi'n-nari ve min şerri'l-ğına ve'l-fakri" Anlamı: “Allah’ım! Cehenneme götüren fitneden, Cehennemin azabından, zenginliğin ve fakirliğin şerrinden sana sığınırım.” (Ebu Davud, Vitr 32) Peygamber Efendimizin Dilinden Dualar - Dua 10 Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- duâsında şöyle buyururdu: Arapça: Okunuşu : "Allahümme innî e’ûzü bike minel-cû’ı fe-innehû bi’sed-dacî’u ve e’ûzü bike mine’l-hıyâneti fe-innehâ bi’seti’l-bitânetü." Anlamı: “Allah’ım! Açlıktan sana sığınırım. Çünkü açlık, ne kötü bir arkadaştır. Hainlikten de sana sığınırım. Çünkü hainlik, ne kötü bir sırdaştır.” (Ebu Davud, Vitr 32) Peygamber Efendimizin Dilinden Dualar - Dua 11 Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- duâsında şöyle buyururdu: Arapça: Okunuşu : "Allahümme ‘âfini fi cesedî ve ‘âfinî fî basarî ve’c‘alhü’l vârise minnî lâ ilâhe illâllahu’l-halîmu’l-kerîmu subhâne’llahi rabbi’l-‘arşi’l-‘azîm ve’l-hamdü li’llahi rabbi’l-‘âlemîn." Anlamı: “Allah’ım! Bedenime sağlık ver, gözüme sağlık ver, sağlığı benim varisim kıl (son nefesime kadar beni sağlıklı eyle). Halîm ve kerîm olan Allah’tan başka ilah yoktur. Ulu arşın sahibi Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih ederim. Her türlü övgü âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.” (Tirmizî, Deavât 66) Peygamber Efendimizin Dilinden Dualar - Dua 12 Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- duâsında şöyle buyururdu: Arapça: Okunuşu : "Allahümme innî es'elükel-hüdâ ve’t-tüka ve’l-‘afafe ve’l-ğınâ." Anlamı: “Allah’ım! Senden hidayet, takva, (sorumluluk bilinci) iffet ve (gönül) zenginliği isterim.” (Müslim, Zikir 72) Peygamber Efendimizin Dilinden Dualar - Dua 13 Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- duâsında şöyle buyururdu: Arapça: Okunuşu : “Allahummeğfirli verhamni vehdini ve 'âfini verzukni.” Anlamı: “Allah’ım! Beni bağışla, bana merhamet et, bana hidayet nasip eyle, bana âfiyet ve (hayırlı) rızık ver.” (Müslim, Zikir 35) Kaynak: https://www.islamveihsan.com/peygamberimizin-yaptigi-dualar.html
- ALLAH'IN CELAL İSİMLERİ
Mutasavvıflar Allah’ın isim ve sıfatlarını celal ve cemâl olmak üzere ikiye ayırır ve iki türlü zuhur ve tecelliden bahsederler. Allah’ın kahr ve gazabına delâlet eden isim ve sıfatlarını celâl, lutuf ve rızâsına delâlet eden isim ve sıfatlarını da cemâl tabiriyle ifade ederler. Kâşânî celâli, Hakk’ın mahiyetinin bilinemeyecek bir şekilde izzet perdesiyle gizli kalması, zâtını kendinden başka kimsenin bilmemesi ve görmemesi şeklinde tarif eder. Perdelenme ve izzet celâlin özelliği olduğundan celâlde Hak açısından yücelik ve kahhâriyet, kul açısından boyun eğme ve heybet hissetme söz konusudur. Bu tür isim ve sıfatlara sahip olması itibariyle Allah’a celîl ismi verilmiştir. Celâl Allah’ın en yüksek seviyede ululuğunu ifade eder; bu anlamdaki celâlin Allah’tan başka hiçbir kimse tarafından bilinmesi mümkün olmadığından celâl ile ilgili açıklamalardan sadece cemâl (ilâhî güzellik) ve bu cemâlin celâli (celâlü’l-cemâl) yani güzelliğin aşkınlığı anlaşılır. Akıl Allah’ın mutlak celâlini kavrayamadığından (İbnü’l-Arabî, Kitâbü’l-Celâl ve’l-cemâl , s. 2) celâl denilince mutlak değil izâfî celâl yani cemâlin celâli anlaşılmalıdır. Fahreddin er-Râzî celâl kelimesinin Allah’ın selbî sıfatlarına ( Kelime olarak zati Allah'ın zatına has bir durumu ifade ederken, selbi kelimesi de "eksik ve kusuru yok etme" manasına gelir) delâlet ettiğini söyler ( Mefâtîḥu’l-ġayb , VIII, 25, 52). Abdülkerîm el-Cîlî, Allah’ın celâlinin genelde O’nun yüce vasıflarını ve güzel isimlerini, özel olarak da lutuf ve kerem türünden vasıflarını ifade ettiğini söyler. Celâl ile cemâl sıfatları arasında bir yönüyle ilkine, diğer yönüyle ikincisine benzeyen Rab ve Rahmân gibi sıfatlar da vardır ( el-İnsânü’l-kâmil , I, 75). İbnü’d-Debbâğ Allah’ın sıfatlarını celâl, cemâl ve kemâl olmak üzere üçe ayırır. Eğer Hak bir kimseye ihsan, lutuf, rahmet, iyilik, yakınlık, rızâ ve nûrâniyet, sevgi ve kerem gibi sıfatlarıyla tecelli ederse o kimse cemâl sıfatlarını temaşa halinde bulunur; izzet, kibriyâ, kahr, cebr, gazab ve kudret gibi heybet ve azamet sıfatlarıyla tecelli ederse bu tecelliye mazhar olan kişi celâl sıfatlarını temaşa eder. İlim, kudret, halk ve kayyûmiyyet gibi Allah’a mahsus sıfatları seven ve kâmil mârifete özlem duyan bir kimse kemâl sıfatlarını temaşa halinde bulunur. Cemâl sıfatı neşelenme, celâl sıfatı fâni olma, kemâl sıfatı sevme sonucunu verir. Celâl sıfatları sâlik üzerinde heybet, cemâl sıfatları üns tesiri meydana getirir. Celâlin sonucu korkma, sıkılma ve üzülme, cemâlin sonucu ümitlenme, rahatlama ve sevinmedir. İbnü’l-Arabî Kur’an’dan verdiği örneklerle âlemdeki her şeyin celâl ve cemâle bağlı olarak bir mütekabiliyet içinde olduğunu göstermeye çalışmıştır. Meselâ, “Allah’ın azabı şiddetlidir” âyeti (el-Bakara 2/165, 196, 211) celâli, “Allah tövbeleri kabul eder” âyeti ise (eş-Şûrâ 42/25) cemâli ifade eder. “Allah’tan gereği gibi korkun” (Âl-i İmrân 3/50) celâl, “Gücünüz yettiğince Allah’tan korkun” (et-Tegābün 64/16) cemâl içinde mütalaa edilir. “Allah’ın iki eli”nden (bk. el-Mâide 5/64) maksat da budur; Allah her şeyi bu “iki el” ile yani celâl ve cemâl ile yapar. Kâmil insanlarla velîler Allah’ın celâl ve cemâl tecellilerini aynı derecede gönül rahatlığıyla karşılar, “Lutfun da hoş, kahrın da hoş” der, tam bir rızâ ve teslimiyet hali içinde bulunurlar. Zira bunların ikisi de aynı kaynaktan ve özden gelir, zât mertebesinde hepsi birdir. Mutasavvıflar genellikle insanların karakterlerini celâl ve cemâl tecellilerinden aldıkları nasip miktarıyla açıklamışlardır. Celâl sıfatlarının tecellisine mazhar olan kişiler celâdetli ve heybetli olduğundan böylelerine “abdülcelîl”, cemâl sıfatlarının tecellisine mazhar olan halim selim kişilere de “abdülcemâl” denilmiş, ilkine Hz. Ömer, ikincisine Hz. Ebû Bekir örnek gösterilmiştir. (1) Allah, Celil, Aziz, Azim, Kahhar, Müntakim, Cebbar, Kuddus, Kadim, Kayyum, Fert, Mümit, Hakem, Adl, Halık, Bari, Fatır, Deyyan gibi isimler celallî isimlerdir. Bu manalar doğrultusunda başka isimleri bulabilirsiniz. Fakat tekrar edelim ki, sıfatlar iç içedir. Allah’ın azametinde şefkat, heybetinde hilm/yumuşaklık, izzetinde merhamet vardır. Kişilere göre de tecelliler farklı algılanır. Kimi, kahrından korkar, kimi de şefkatini suistimal etmekten titrer. (2) Yine başka bir kaynakta Allah'ın celali isimleri şöyle geçmektedir. Celîl, Azîz, Cebbar, Mütekebbir, Kahhar, Azim, Mümit, Müzill, Müntakim, Müteal, Kebir (3) ERBAİN-İ İDRİSİYYE KİTABINDA YER ALAN CELALİ İSMİ ŞERİFLER 2.: Yâ İlâhel-âlihetir-rafîa celâluhû. Yâ İlâh. - “Ey celali yüce olan, batıl ilahların gerçek ilahı Ya İlah!” (Hz. Süleyman’a indirilmiştir/Celali) Hz. Süleyman “Ey Rabbim, beni bağışla ve bana benden sonra kimseye layık olmayacak bir mülk bağışla” (S’ad Suresi:35) diye dua ettiği zaman Allah’u Teala bu ismi şerifi indirmiştir. Allah’ı Teala, Hz. Süleyman’ı insanları, cinleri ve şeytanları bu ismi şerifin bereketiyle müsahhar kılmıştır (egemenliği/hakimiyeti altına aldırmıştır). 3.: Yâ Allâhul-mahmûdü fî külli fiâlihî. Yâ Allâh. - “Ey bütün işlerinde hamdolunmaya layık olan Allah! Ya Allah!” (Hz. Nuh’a indirilmiştir. /Celali) Ayrıca kutupların ve seçkin velilerin virdi olduğu yazmaktadır. Celali ismi şeriftir çünkü Mevla’nın öz varlığının ismidir. 7.: Yâ Vâhidül-bâqî evvelu külli şey in ve âhirah. Yâ Vâhid. “Ey bir olan, her şeyin başında ve sonunda mevcut ve baği olan! Ya Vahid” (Hz. Davud’a indirilmiştir/Celali) Hz. Davud bu ismi şerifin bereketiyle demirleri yumuşatmıştır. 18.: Yâ Deyyânel-ibâdi küllün yeqûmu hâdıan lirahbetihî ve rağbetih. Yâ Deyyân. “Ey kullara karşılıklarını veren Zat ki herkes O’nun korkusuyla ve O’ndan beklentisiyle boynu bükük halde kabrinden kalkacaktır. Ya Deyyan!” (Bir peygamberin adı geçmiyor/Celali) 19.: Yâ Hâliqa men fissemâvâti vel ardı ve küllün ileyhi meâdüh. Yâ Hâliq. “Ey göklerde ve yerlerde ne varsa hepsini yaratan! Her şeyin dönüşü yine ancak Kendisine olan! Yâ Hâlık!” (Peygamber Efendimiz’e indirilmiştir/Celali) Peygamber efendimiz mübarek eliyle kırk hurma çekirdeği alıp hepsini ekmiş, sadece bir tanesini Hz. Ali ekmiştir. 39 çekirdeğin hepsi hurma ağacı olarak yetişip aynı sene (erkenden) meyve vermiş, ancak Hz. Ali’nin diktiği çekirdek diğer ağaçlar gibi zamanı geldiğinde yetişmiştir ki bütün bunlar Resulüllah’ın çekirdekleri ekerken bu ismi şerifi okuması bereketiyle meydana gelmiştir. 20.: Yâ Rahîme külli sarîhin ve mekrûbin ve ğıyâsehû ve meâzeh. Yâ Rahîm. “Ey her dara düşüp feryad edene ve her sıkıntılıya acıyan, herkesin mededi ve sığınağı olan! Ya Rahim!” (Hz. Musa’ya indirilmiştir/Celali) Allahu Teala bu ismi şerifi Musa a.s’a indirmiş ve bunu kardeşi Harun a.s’a öğretmesini emretmiştir. Harun a.s da bu ismi şerifi çok zikrettiğinden dolayı çok yumuşak huylu bir hale gelmiş, bu yüzden Beniisrail kendisine Musa a.s.’dan daha çok meyleder olmuştur. Bu esma, velilerin, salihlerin ve manevi seyr-u süluk ehlinin zikridir. 27.: Yâ Azîzül-menîul-ğâlibu alâ emrihî felâ şey-e yuâdiluh. Yâ Azîz. “Ey istediği her işe gücü yeten, engellenemeyen güce sahip olan ve hiçbir şey Kendisine denk olmayan Zat! Ya Aziz!” (Hz. Yusuf’a indirilmiştir/Celali) Allahu Teala bu ismi şerifi Hz. Yusuf’a inzal buyurmuş, o mübarek peygamber de çektiği birçok sıkıntıdan sonra bu ismi şerifin bereketiyle Mısır Azizi olmuştur. 35.: Yâ Celîlül-mütekebbiru alâ külli şey in fel-adlü emruhû vessıdqu va'düh. Yâ Celîl. “Ey her şeye karşı büyüklük sahibi olup hükümleri adaletli, verdiği sözler de dosdoğru olan Yüce Zat! Ya Celil!” (Peygamber Efendimiz’e indirilmiştir/Celali) Bu ismi şerif Peygamber efendimize inzal buyurulmuş, Rasulü Zişan Efendimiz de bu ismi şerifin bereketiyle kavmi ve kabilesi içinde çok heybetli ve kendisine rağbet edilen birisi olmuştur. Peygamber efendimiz bu ismi şerifi Hz. Ömer’e öğretmiştir, o da bu sayede çok heybet ve vakar sahibi olmuştur. Hatta bu ismi şerifin bereketiyle Resulullah Hz. Ömer’e “Ey Ömer! Nefsim canım kudret elinde olan Zat’a yemin ederim ki şeytan seninle hangi yolda karşılaşırsa, mutlaka senin yolundan başka bir yola girer” buyurmuştur. (Buhari, Bedül-halk:11) 38.: Yâ Azîmü zessenâil-fâhıri vel-izzi vel-mecdi vel-kibriyâi felâ yezillü izzüh.Yâ Azîm. “Ey kıymetli övgülere, izzete, ululuk ve yüceliğe sahip olan hiçbir zaman izzeti zillete uğramayan Büyük Zat! Ya Azim!” (Hz. Lut’a indirilmiştir/Celali) Hz. Lut bu ismi şerifin bereketiyle ahlak duygusundan çok uzak olan kavminin helak olmasıyla onlardan kurtulmuştur. (4) Görüldüğü üzere yazımızda celali esmaları farklı kaynaklardan alıntılayarak koymuş bulunmaktayız. Umarız bu konuda sizi aydınlatabilmişizdir. Ayrıca cemal esmalara bakmak için linki tıklayabilirsiniz. Cemal Kaynak: (1) https://islamansiklopedisi.org.tr/celal--tasavvuf (2) https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/allahin-celali-ve-cemali-isimleri-nelerdir#:~:text=Mesela%2C%20Kahhar%20ismi%20zalimler%20i%C3%A7in,Deyyan%20gibi%20isimler%20celall%C3%AE%20isimlerdir . (3) https://nurkoy.org/allah-in-s-m-ve-sifatlari/ (4) https://www.havasokulu1.com/esmai-idrisiyye/88459-erbain-i-idrisiyyede-celali-cemali-ve-kemali-ism-i-serifler.html#goog_rewarded
- ALLAH'IN CELALİ VE CEMALİ İSİMLERİ NELERDİR?
Önce şunu hatırlatmakta fayda vardır: Allah’ın isim ve sıfatları mütedahil daireler gibi iç içedir. Yani bir celal sıfatında bir cemal tecellisini de görmek mümkündür. Bir cemal sıfatında da bir celal tecellisi görülebilir. Bu sebeple örnek olarak yazacağımız birkaç celal sıfatlarının cemal tecellilerini de unutmamak gerekir. Mesela, Kahhar ismi zalimler için bir celal tezahürü iken, gadre uğramış mazlum biri için rahmettir, onu teskin eder. Allah, Celil, Aziz, Azim, Kahhar, Müntakim, Cebbar, Kuddus, Kadim, Kayyum, Fert, Mümit, Hakem, Adl, Halık, Bari, Fatır, Deyyan gibi isimler celali isimlerdir. Bu manalar doğrultusunda başka isimleri bulabilirsiniz. Fakat tekrar edelim ki, sıfatlar iç içedir. Allah’ın azametinde şefkat, heybetinde hilm/yumuşaklık, izzetinde merhamet vardır. Kişilere göre de tecelliler farklı algılanır. Kimi, kahrından korkar, kimi de şefkatini suistimal etmekten titrer. Tecelli Tek Çeşit Değildir. Gözün akı ve karası olduğu gibi dünyanın da gecesi ve gündüzü var. Bunlardan biri kendi öz benliğimizde diğeri de çevremizi kuşatan alemde görülen celal ve cemal tecellilerinden sadece ikisi. İnsan ömrü ne cemalin ne de celalin tecellileriyle geçip durmaz, bu iki ayrı tecelli ömrünüzün her safhasında iç içedirler; bazen sırayla, bazen birlikte icraat gösterirler. Ömür yolculuğumuz bunlardan ayrı düşünülemez. Bunun böylece bilinmesi insan için bir rahatlık, bir huzur kaynağı olur. Hayatı hep tozpembe görmek isteyenler aradıklarını çoğu kez bulamayınca önce karamsarlığa sonra ümitsizliği düşerler. Ümidin kaybolduğu yerde ise hayat acılaşmaya başlar ve ruhî sıkıntılar insanı her gün biraz daha hırpalar. Askere giden bir genç, orada zamanının çoğunu talimle geçireceğini, ara sıra da dinleneceğini yahut oyun oynayacağını peşinen kabul etti mi ruh dünyası buna göre şekillenir; sıkıntılara karşı kendini hazırladığı için de onları kolaylıkla aşar. Bir talim ve imtihan meydanı olan bu dünyaya da bu gözle bakanlar saadeti yakalarlar. Havanın hep sakin olmayacağını bilir, fırtına olunca fazla şaşırmazlar. Bedenin hep sıhhat üzere kalmayacağını çok iyi bildiklerinden hastalıklara karşı daha sabırlı olurlar. Gençliğin bir gün yerini ihtiyarlığa bırakacağını önceden kabul ettiklerinden ağaran saçları onları hüzne düşürmez. Bu dünyada celal ve cemal tecellileri içi içedir. Bediüzzaman’ın o güzel tespitiyle “celalin gözüne cemal, cemal gözünde celal” tecellileri vardır. İşte, celalin gözündeki cemali seyredebilenler, hayatlarını huzur içinde geçirirler. Mesela, ölüm bir celal tecellisidir, fakat kabrin cennet bahçelerinden bir bahçe olduğunu bilenler bu celalin gözündeki cemali seyredebilirler. Bir hadis-i kutsîde “Rahmetim gazabımı geçti.” buyrulur. Buna göre, ilk bakışta bir celal, bir kahır tecellisi gibi görünen üzücü olayların, bilemediğimiz nice rahmet yönleri de vardır. Ve bu rahmet o gazaptan daha ileri seviyededir. Hastalanan bir insanda Müzill yani “zillete düşürücü” ismi tecelli eder. Ama hastalığına sabrettiği taktirde günahları erir, derecesi artar, dünya sevgisi kalbinden silinmeye başlar, bütün bunlar o kul için ahirette “izzetli” bir ömür sürmenin sermayesi olurlar. O ebedi saadetin yanında bu fani hastalığın verdiği elemler çok küçük kalırlar ve rahmet gazabı geçmiş olur. Fırtınalı bir denize kıyıdan yahut yüksek bir tepeden bakanlar harika bir manzara seyrederler. Burada, celalin gözünde cemal tecelli etmiştir. Şu var ki, bunu ancak dalgalara kapılmayan, olayları kenardan seyretmesini bilenler başarırlar. Dalgaların sürüklediği kişi bu zevkten mahrum kalır, o ancak celal tecellileri karşısında korku, dehşet, ümitsizlik karışımı bir ruh halinin altına ezilir. Mülkü sahibine teslim etmeyi başaranlar, kendi varlıklarını da bir emanet bilirler. O emaneti korumaya çok ihtimam gösterirler. Kendi iradeleri dışında başlarına gelen olayları değerlendirirken de, bir kenara çekilir, denizi uzaktan seyreden adam gibi, olaylardan faydalanmaya bakarlar. Bir bitkinin geceden ve gündüzden ayrı faydalar sağlaması misali, onlar da hem kahır hem de lütuf tecellilerinden, ruhları ve kalpleri namına, büyük kârlar elde etmesini bilirler. Dokuzuncu Söz'de izah edildiği gibi, celal, cemal ve kemal tecellileri karşında insanların kalpleri, farklı cevaplar verirler. Celale karşı tespih, cemale karşı hamd, kemale karşı tekbir görevi ni yerine getiren kişi bu zikirlerin her birinden ayrı feyizler alır. Namaz dışındaki hayatımız da bu üç ayrı tecelli ile adeta kaynaşmaktadır. Namazın manasını çok iyi anlayan büyük insanlar, karşılarına çıkan celal tecellileri karşısında kendi noksanlıklarını, acizliklerini, kifayetsizliklerini tam manasıyla idrak ederek Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih eder ve “sübhanallah” derler. Bu bahtiyar insanlar için her musibet bir tespih vesilesidir. Çok şümullü olan zikir kavramını, sadece hamd ve şükür olarak anlayan ve bunun sonucu olarak da daima nimet, rahat ve saadet bekleyenler bunları bulamayınca rahatsız olurlar ve zamanla şükür görevlerini de aksatmaya başlarlar. Sabah namazına kalkan insan bulunduğu beldenin aydınlığa kavuşmasında bir cemal tecellisi seyreder. Karanlığın gözünde parlayan bu ışık, gözün karasından çıkan göz nurunun bir küçük misali gibidir. Akşamın gelmesiyle, bir celal tecellisi görülür. Karanlık semada parlayan yıldızlar “celalin gözündeki cemal” tecellileridirler. Öte yandan, insan sabahın gelişinde celal ve cemal tecellilerini birlikte de seyredebilir. Şöyle ki, ışığın gelmesi büyük bir nimet ve azim bir cemal tecellisidir. Ancak, bu nimete kavuşulması için koca dünyanın dönmesi gerekiyor. Bir şehrin zelzele ile yerinden oynamasını dehşetle seyreden insanlar, nedense, koca dünyanın bu muazzam hareketini pek düşünmezler. Halbuki, dünyanın dönmesinde “celalin”, sabahın gelmesinde ise “cemalin” tecelli ettiğini düşünseler, celalin gözündeki cemal tecellisini rahatlıkla seyredebilirler. PEYGAMBER Efendimiz (asm.) Cevşen-i Kebir namındaki münacatında, her iki tür tecellilere de yer verir ve bunları şefaatçi yaparak Rabbine dua ve niyazda bulunur. Bulardan bir kaçını hatırlayalım: "Ya Rabbel cenneti ven-nar!: Ey cennetin ve narın Rabbi!" Birincide cemal ikincide celal tecellisi söz konusudur. Nardan korkulur, ama o celal tecellisinden sakınmak insanı cemal tecellisine götürür. Öte yandan iman ve İslam düşmanlarının nar ile azap görmeleri de ayrı bir güzelliktir. Bunda da celalin gözünde bir cemal tecellisi okunur. "Ya Rabbes siğari ve kibar!: Ey küçüklerin ve büyüklerin Rabbi!" Çiçeğin terbiyesinde cemal, yıldızın terbiyesinde celal hakimdir. "Ya Rabbel hububi ve esmar!: Ey hububatın ve meyvelerin Rabbi!" Hububatın taneleri gibi ağacın meyveleri de bir ilahi terbiyeden geçmişlerdir. İnce sapların başında sallanan başaklarla, o muhteşem ağaçların dallarından asılan meyveler birlikte düşünüldüğünde cemal ve celal tecellileri beraberce seyredilir. "Ya Rabbel i’lani ve israr!: Ey aşikâr ve gizli olan her şeyin Rabbi!" Bu münacatta, yer yüzünde gözle görülen terbiye tecellileriyle, yer altında, deniz içinde ve rahimlerde icra edilen terbiyeler birlikte nazara sunulmuştur. Aşikar olanlarda cemal, gizlilerde celal daha hakimdir. CEVŞEN bu manada okunduğunda böyle yüzlerce cemal ve celal tecellileri görülecektir. Konumuza ışık tutacak bir ayet-i kerime: “Biliniz ki kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur.” (Ra’d, 13/28) Zikir hatırlamak, anmak demektir. Mutmain olmak ise “tatmin olmak, huzur bulmak, ikna olmak, rahata kavuşmak” gibi manalara gelir. Allah isminin bütün esmayı ihtiva ettiği ve bütün İlahi sıfatlara delalet ettiği düşünülürse, kalplerin sadece cemal tecellileriyle değil, celal ve kemal tecellileriyle de tatmin olup huzur bulacağı daha iyi anlaşılır. Ayette, Allah ismi yerine Rahman ismi geçseydi, konu sadece cemal tecellileri yönüyle ele alınır ve hüzünlü kalplerin, çaresizlik içinde kıvranan ve bir çıkış kapısı bulamayan akılların ancak o Rahman’ın rahmeti ve keremini hatırlamakla sükûna kavuşacakları söylenebilirdi. Halbuki, ayette geçen Allah ismi, kalplerin her türlü tecelliye ihtiyaç duyduğunu ders veriyor. Nitekim, Risale-i Nur’da kalp için "Esma-i İlahiyenin bütün nurlarına ihtiyacı vardır.” ifadesi geçer. Bilindiği gibi Fatiha Sûresi “Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd” ile başlar. Alemlerde sadece cemalî isimler değil celalî isimler de tecelli ettiğine göre bir mümin bütün bu tecelliler için Rabbine hamd etme durumundadır. İnsan, kendi nefsiyle mücadele ederken celalî isimlerden feyiz alır; onun kötü arzularına karşı kuvvetli, celalli ve şiddetli olur. Ayrıca, düşmanlarının zulüm ve inkârlarına karşı da yine bu isimleri düşünerek teselli bulur. “Zalimler için yaşasın cehennem!” cümlesi, kalbin Kahhar isminin tecellilerine de muhtaç olduğunu ders vermektedir. KALP böyle yaratılmışken ona yaratılışının aksi bir yön vermek, hayatın sadece oyun ve eğlence yüzünü göstermek insanlığa şefkat değildir. Doymak bilmez nefislerin olabildiğine çatıştığı, vahşi ruhların görülmedik zulümler sergilediği, nefsin ve şeytanın insanı durmadan kötülüklere sevk ettiği bu dünya meydanında, boş hayallerle oyalanmayı bir tarafa bırakıp gerçekçi olmak ve insanlara hayatı çok yönlü olarak tanıtmak onlara yapılacak en büyük yardımdır. Niyazi-i Mısrî’ dünya hayatında cemal ve celal tecellilerinin birlikteliğini bir şiirinde çok güzel terennüm eder. O uzun şiirden birkaç beyit takdim edeyim: " Tecelli eyler ol daim, cemal ü gâh celalinden Birinin hasılı cennet, birinden nar olur peyda Cemali zahir olsa tiz, celali yakalar anı Bakarsın bir gül açılsa yanında har olur peyda Bu sırdandır ki bir kâmil zuhur etse bu alemde Kimi ikrar eder anı, kimi inkâr olur peyda" Ve şiirin en can alıcı beyti: "Veli ârif celâl içre, cemâlini görür daim Bu haristanın içinde ana gülzâr olur peyda." Son mısrada, bu meşakkatli ve sıkıntılı dünya hayatı bir “dikenler yurdu” na benzetilmiş, ama o dikenlere değil de onların korudukları güllere bakmasını bilenler için manzaranın tam tersine olacağı ifade edilmiş. Dünyanın bu ikili tecellilerle dolup taşan manzarası değişmeyeceğine göre, biz kendi bakış açımızı düzenlemek mecburiyetindeyiz. İnsan sevgisini bir ideoloji olarak benimseyen kişiler, Üstad Bediüzzaman’ın “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.” vecizesini baş uçlarında daima asılı bulundurmalı ve bu fâni dünyanın geçici misafirlerine, şu inişli-çıkışlı dünya hayatını sevdirebilmek için onlara “celalin gözündeki cemali seyretmeyi” öğretmelidirler. Bu başarılamazsa bütün söylenenler hayalde kalırlar, uygulama alanı olmayan teorik bilgilerden ileri gidemezler; bu ise insanlığa hiç mi hiçbir şey kazandırmaz. Allah'ın Celal isimleri adlı yazımıza gitmek için tıkla! Kaynak: https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/allahin-celali-ve-cemali-isimleri-nelerdir#:~:text=Allah%2C%20Celil%2C%20Aziz%2C%20Azim,manalar%20do%C4%9Frultusunda%20ba%C5%9Fka%20isimleri%20bulabilirsiniz .
- AURA RENKLERİNİN ANLAMLARI
KIRMIZI Koyu kırmızı; kızgınlık, sinirlilik ve tedirginlik duygularını gösterir. Parlak bir kırmızı; canlı bir yaşam gücünü ve azim duygusunu temsil eder. Koyu tonda bir kırmızı; bencilliğin ve ihtirasın işaretidir. Kahverengine yakın bir kırmızı; korkuyu simgeler. Siyaha dönük bir kırmızı ise; negatif niyetlerin habercisidir. Canlı parlak bir kırmızı; aynı zamanda fiziksel sağlığın ve ataklığında habercisidir. Pembeye çalan kırmızı; duygusal mutluluk ve aile yaşamındaki güzelliklerin işaretidir. TURUNCU Canlı ve berrak bir turuncu; fiziksel gücü, cinsel enerjinin sağlıklı işlediğini gösterir. Aynı zamanda parlak ve canlı turuncu renk olayların akışına iradi etkilerimizi ve sorumluluk alma kapasitemizin göstergesidir. Eğer koyu renk bir turuncu söz konusuysa; bu dalak ve üreme organlarında bir sorun olabileceğinin işareti olduğu gibi bencil bir yapının da göstergesidir. Turuncu rengi macera ve cesareti temsil ediyor. Aurası turuncu olanlar genellikle korkusuz ve maceraperest kişilerdir. Yeni rotalar oluşturmak ve yeni insanlarla tanışmak onlar için her zaman çok keyiflidir. Kendine güvenleri her zaman yüksektir ve özellikle konu flört etmek olunca kendini kraliçe gibi hissetmeyi severler. SARI Sarı renk; zekâ, akıl kapasitesi ve entelektüel düşünce biçimiyle ilintilidir. Mat ve canlı olmayan bir sarı; maddi ve dünyasal konulardaki düşüncelerin ve zihni daha çok bu konuların işgal ettiğinin bir göstergesidir. Sarı renk canlı ve parlak ise; zihinsel kalitenin yüksek olduğu ve kişinin ruhsal konularda da bir kapasiteye sahip olduğunu söyleyebiliriz. Kirli ve sisli bir sarı ise; kurnazlığın ve ihanetin göstergesidir. Aynı zamanda kirli tonlarda bir sarı; mide ve pankreas sorunlarına da işaret edebilir. Çalışmayı ve nitelikli düşünmeyi severler. Bilim insanları ve araştırmacılar bu aura rengine sahip kişilerdir. YEŞİL Canlı ve temiz bir yeşil; dengenin, uyumun ve anlayışın göstergesidir. Özellikle zümrüt yeşil bir renk; kişinin şifa çalışmaları yaptığının yada şifa konusunda çok yetenekli olduğunun bir işaretidir. Aurasında canlı yeşil renk; hakim olan kişiler sakinleştirici ve bulundukları ortama uyum getirici etkilere sahiptirler. Eğer yeşil renk koyu ve sisliyse; bu açgözlülük ve yalancılığın bir işaretidir. Kahverengine çalan yeşil renk ise; kıskançlığın ve negatif ihtirasların habercisidir. Koyu ve çamurlu yeşil renk; kalp rahatsızlıklarının da işareti olabilir. MAVİ Canlı ve parlak bir mavi; enerjinin, anlayışın, sezgisel yeteneklerin ve geniş ufuklu düşüncelerin işaretidir. Daha çok dinsel inançları yoğun olan insanlarda görülür. Sanatçılarda ve sanatsal yetenekleri olan kişilerin auralarında da canlı mavi renk bulunur. İletişim yetenekleri güçlü ve ikna etme kapasiteleri güçlü olan insanların auralarında da mavi renk hakimdir. Eğer mavi renk koyu ve çamurlu ise; dinsel konularda tutuculuk yada ruhsal olarak karanlık bir yapının işaretidir. Ayrıca aura rengin koyu maviyse; karamsar hislerle boğuşuyor olabilirsiniz. Mavi huzur, sevgi ve dürüstlük gibi anlamlara gelirken; mavi auraya sahip kişiler sakin, nazik ve sezgisel kişiliğe sahip olurlar. MOR Bu renk tepe çakra ile ilişkilendirilmiştir. Bu renkler ruhsal gücü ve ruhsal olarak gelişmiş bir yapının simgesidir. Evrensel sevgiye inanan ve yüksek ruhsal hedefleri olan kişilerde bu renklere rastlanır. Daha çok asalet ve ruhsallıkla ilişkilendirilen bu renkler aynı zamanda meditasyon/ düzenli ibadet yapan kişilerin aurasında da görülebilir. Daha çok tepe çakrası civarında bulunan bu renkler kişi ruhsal gelişiminde ilerledikçe tüm auraya doğru yayılım gösterir. Aurası mor olan insanlar yüksek enerjiye sahip olurlar. Ayrıca bu insanlar, belirtilene göre olayları önceden sezebildikleri için; genelde ileri görüşlü olarak tanımlanırlar. KAHVERENGİ Aurası kahverengi olanlar iş hayatında stresli ve tutkulu bir dönemden geçiyor olabilirler. Kariyer alanındaki değişimler, pozisyon değişikliği ve yeni iş arama süreci auranı kahverengiye dönüştürebilir. Genelde maddiyatla ilişkilendirilen bir renktir. Özellikle işkolik insanların auralarında sıkça bulunmaktadır. Genelde fiziksel sağlık için olumlu olarak yorumlanmaz ve hastalıkların bir işareti kabul edilir. Cimri ve açgözlü insanlarında auralarında sıkça görülebilen bir renktir. Kestane rengi ise kişinin üstlendiği görevleri yerine getirebildiğini gösterir. SİYAH Fizik bedenle, eterik beden arasında dar bir şerit halinde görülmesi son derece normaldir. Ancak bunun dışında görülen siyah renk kişinin yaşamı ve kendi varlığını reddettiği anlamına gelir. Aurayı dolduran siyah renk ışığın olmadığının ve karanlığın işaretidir. Eğer siyah aura içinde çizgiler halindeyse pozitif özellikleri yok edecektir. Karanlık yönleri olan, gizemli insanlarda görülebilecek bir renktir. Siyah; engeller, negatif enerji ve koruma gibi anlamlara gelirken; siyah auraya sahip kişiler güçlü bir koruma duygusuna sahip ancak negatif enerji birikimi göstermeye yatkın olurlar. BEYAZ Aurasında beyaz renk hakim olan insanların kişisel bütünlüğe ulaştığını ve ruhsal anlamda oldukça gelişmiş olduklarını ve erdem sahibi olduklarını gösterir. Bu renklerin dışında altın rengi, gümüş rengi ve eflâtun gibi renklerde aurada görülebilir. Bunlar daha çok ruhsal renklerdir ve ruhsal konularda çalışmalar yapan kişilerde bulunur. Ruhsal renkler oldukları için bunların açıklanması ve yorumlanması da kolay değildir. Beyaz; saflık, koruma ve yüksek enerji gibi anlamlara gelirken; beyaz auraya sahip kişiler; ruhsal olarak temiz ve güçlü bir enerji alanına sahip olurlar.
- ALLAH'IN KEMAL İSİMLERİ
Sözlükte kemâl “bir şeyin bütün parçalarının tam, yeterli ve yerli yerinde olması” anlamına gelir. ( Kāmus Tercümesi , IV, 75) Kur’an’da kemâl kelimesinin türevleri (el-Bakara 2/185, 196, 233; el-Mâide 5/3) Allah’a ve insana izâfe edilmemiştir. Hadislerde ise kâmil ve daha kâmil iman sahibi müslümanlardan bahsedilmiş (Buhârî, “Îmân”, 1; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 14-15, “Cihâd”, 5; Tirmizî, “Îmân”, 6, “Ḳıyâmet”, 60) ve pek çok erkeğin kemâle erdiği halde kadınlardan ancak Meryem ile Âsiye’nin kemâle erdiği belirtilmiştir. (Buhârî, “Enbiyâʾ”, 32, 46; Müslim, “Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”, 79; İbn Mâce, “Eṭʿime”, 14; Tirmizî, “Eṭʿime”, 31) Hadislerde kemâl daha çok “bir sürenin, sayılabilir ve ölçülebilir bir şeyin tam olması” mânasında geçmektedir. (Wensinck, el-Muʿcem , “kml” md.) Zâhidler ve ilk sûfîler kemâl ve kâmil kelimelerini “tam ve eksiksiz olma” anlamında kullanmakla birlikte bunlara tasavvufî ve ahlâkî erdem anlamı yüklememişlerdir. Kemâl ve kâmil, özellikle Gazzâlî’den sonra önemli kavramları ifade eden tasavvuf terimleri haline gelmiştir. Gazzâlî’ ye göre “kusursuz ve noksansız olmak” mânasındaki hakiki ve mutlak kemâl Allah’a hastır. Kemâl ilâhî bir sıfattır; adalet ve ilim sıfatları gibi kemâl sıfatına da sahip olunması arzu edilir. Diğer insanlardan daha olgun ve yetkin bir durumda olmayı her insan ister. Allah zât ve varlık olarak mutlak kemâl sahibidir; ilim ve kudret sıfatları itibariyle de kâmildir. Hakiki kemâl O’na hastır. İnsan için gerçek kemâl Allah’ın zâtı, sıfatları ve fiilleri hakkında mârifet sahibi olmaktır. Fâili ve yaratıcıyı bilen O’nun fiillerini ve yarattıklarını da bileceğinden mârifet Allah hakkındaki bilgileri de içerir. Ancak Allah’ın bildikleri sonsuz olduğundan ne kadar çok şey bilirse bilsin insanın bu konudaki ilmi sınırlıdır. Bundan dolayı insan bilgi açısından izâfî bir kemâle mâliktir. Fakat tabiatındaki kemâl özlemi ve aşkı onu durmadan bu yolda ilerlemeye sevk eder. İnsan “hür olma” anlamında bir kemâl elde etme imkânına da sahiptir. Bu da nefsine ve onun arzularına hâkim olmasından ibarettir. İnsan nefsinin etkisinden kurtulduğu oranda hürriyetine kavuşur. Kudret alanında insan için herhangi bir kemâl söz konusu değildir. Mala ve mevkiye güvenen insanın kendisinde bir kemâlin bulunduğunu zannetmesi bir kuruntudan ibarettir. Kalıcı ve sürekli olan bilgi ve hürriyetle ilgili kemâldir. “Kalıcı güzel işler” (el-Kehf 18/46; Meryem 19/76) ifadesiyle buna işaret edilmiştir. (Gazzâlî, III, 274-279) Muhyiddin İbnü’l-Arabî’ ye göre de mutlak kemâl Hak Teâlâ’ya mahsustur. O hem zât hem de sıfat ve fiilleri itibariyle kâmildir. Ancak İbnü’l-Arabî bu iki kemâli birbirinden ayırarak ilkine zâtî kemâl, ikincisine esmâî kemâl adını verir. Zâtî kemâl; Allah’ın zâtında zâtı ile ve zâtı için tecelli ve zuhur etmesidir. Mutlak anlamda ganî oluşunun gereği budur. Esmâî kemâl ise; Hakk’ın kendisine tecelli edip zâtını dış âlemde temaşa etmesidir. Bu da çoğu birde görmek gibidir. İbnü’l-Arabî, dinî ve ahlâkî anlamdaki kemâlden çok varlık ve bilgiyle ilgili kemâl üzerinde durur. Hak Teâlâ tam ve kâmil bir varlıktır. Bunda bir fazlalık ve noksanlık söz konusu olmaz. Allah’ın sıfat ve isimleri de kâmil olmakla beraber bu bakımdan zât gibi değildir. Kâinat Allah’ın sıfat ve isimlerinin tecellisi olduğundan bir bütün olarak güzel ve kâmildir. Ancak kâinatta ve insandaki kemâl eksik bir kemâldir. Bu eksiklik onun kâmil olmasına engel değildir, hatta kâmil olmasının bir gereğidir. Âlemdeki kemâl fazlalığı ve noksanlığı kabul ettiğinden mutlak değil nisbî ve izâfî bir kemâldir. Allah, peygamberlerden daha çok ilim sahibi olmaları için dua etmelerini istediğinden (Tâhâ 20/114) onların kemâli de ziyadeyi kabule açık izâfî bir kemâldir. Zâtî kemâl Hakk’a mahsustur, fakat esmâî kemâlden insanlar da kabiliyetleri nisbetinde nasip alırlar. ( el-Fütûḥât , I, 854; II, 715; Fuṣûṣ , I, 79) Bir şey zât itibariyle tam ve eksiksiz ise buna ilk kemâl, sıfatları itibariyle tam ise buna da ikinci kemâl denir. İlkinde zât kemâle, ikincisinde kemâl zâta bağlıdır. İbnü’l-Arabî’ye göre tecelli insanla kemâle ermiş, insanın kemâli de Allah’ın halifesi olmasıyla noktalanmıştır. İbnü’l-Arabî’den sonraki dönemde yetişen sûfîler, kemâlin metafizik boyutunu daima göz önünde bulundurmakla beraber ahlâkî yönü üzerinde de durmuşlardır. Onlara göre insanın Allah’ın halifesi olması demek onun ahlâkıyla ahlâklanması ve sıfatlarıyla muttasıf olması demektir. Bu hususu gerçekleştiren insân-ı kâmildir. Kâmil insanın en güzel örneği ise Hz. Muhammed’dir. Velîler de Kur’an ahlâkını ve insanî faziletleri gerçekleştirdikleri, Hz. Peygamber’in üstün niteliklerine vâris oldukları nisbette kâmil insan olurlar (Abdülkerîm el-Cîlî, II, 59). Kaynak: https://islamansiklopedisi.org.tr/kemal